Kara komedi ve hiciv türü filmlerde görmeye alıştığımız, En İyi Uyarlama Senaryo dalında Sideways ve The Descendants filmleriyle iki Oscar ödülü kazanmış usta yönetmen ve senarist Alexander Payne’in 2017 yapımı komedi-bilim kurgu-dram karışımı Downsizing’i, son derece özgün bir fikirden yola çıkıp tam olarak ne anlatmak istediğini net ortaya koymakta yaşadığı tökezlemeler nedeniyle potansiyeli göz göre göre harcanmış bir yapım olarak dikkat çekiyor.

Hollywood’un önde gelen isimlerinin yer aldığı kadrosuyla öne çıkan yapımda Matt Damon, Christopher Waltz, Kristen Wiig ve Udo Kier gibi değerli isimler kamera karşısına geçmiş. Filmdeki şapka çıkartılacak performansıyla göründüğü her sahnede beni hayran bırakan, Ngoc Lan Tran rolüyle Altın Küre’de En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülüne aday olan Hong Chau ise hepsinden ayrı bir takdiri hak ediyor. Müthiş oynamış gerçekten. Zaten filmi birazdan değineceğim merak uyandırıcı çıkış noktasının cazibesi dışında bu isimlerin başarılı oyunculukları ayakta tutmaya çalışmış.

Downsizing – İnsan eliyle evrim terse mi çevirdi?

Downsizing Nefis Bir Fikirden Doğmuş

Filmin temel dayanağı olan özgün fikrine kısaca değinerek başlayalım. Yakın bir gelecekte, Norveçli bilim adamı Dr. Jørgen Asbjørnsen insanlığın doğaya verdiği zararı en aza indirmek ve Dünyanın kaçınılmaz sonunun önüne geçmek için insanları hiçbir yan etkisi olmayan bir prosedürle 12.7cm’e küçülttüğü bir yöntem geliştirir. Bilim dünyasında büyük ses getiren bu çalışmanın yaygın bir hale gelmesiyle, çok sayıda insan bu yöntemle kendini küçültmeye ve yeni bir hayata yelken açmaya başlar. Toplumun sosyoekonomik dengelerinde öngörülemeyen değişikliklere sebep olan uygulama, birçok sıkıntıyla boğuşan çiftimiz Dave ve Carol’un da problemli hayatlarından bir kaçış formülü olarak öne çıkar ve olaylar gelişir.

Hakkını verelim; fikir muazzam. Hakikaten çok iyi. Güzel işlenirse katıldığı sene Oscarları süpürecek kadar iyi bir çıkış noktası olduğunu düşünüyorum. Gel gör ki, Downsizing elindeki bu lezzetli organik mahsulü kötü bir tarifte harcamış. Hatta daha net söylemek gerekirse; güzelim yemeği eline yüzüne bulaştırmış, murdar etmiş. Bu da net olmadı ama ne demek istediğimi anlattığını umuyorum.

Downsizing – Matt Damon’ın hiç bir filmde yüzü gülmüyor…

Sıkıntılar sıkıntılar…

Seyircinin ilk yarım saatlik süresi boyunca gözlerini kırpmasına dahi izin vermeyen bu yaratıcı ve ilham verici hikâye maalesef zaman ilerledikçe sönükleşmeye başlıyor. Bunun önüne geçmesi beklenen müthiş Hong Chau, Christopher Waltz ve Udo Kier performansları bile bu çığ düşümünü durdurmayı başaramamış. Film, ikinci yarısıyla birlikte bayır aşağı bir yön belirlemiş. İşlenmeye müsait bir sürü noktayı pas geçip imkansız ikili ilişkilere yönelmeyi tercih eden film, bu seçiminin cezasını seyircinin ilgisini hayal kırıklığı ile değiştirmesiyle ödüyor. Müthiş başlayıp uzun süre toparlaması mümkün bir durağanlıkta giden film, sona erdiğinde kendinizi yanıtlanmayı bekleyen onlarca soruyla baş başa buluyorsunuz. Downsizing, kafanızda sayısız soru işareti oluşturuyor ve neredeyse hiçbirine cevap vermeden final yapıyor. Şaka gibi ama gerçek.

Filmi izledikten sonra senaryo birçok kırılma anında farklı yöne sapsaydı hikaye nasıl ilerlerdi diye beyin jimnastiği yapmaya başladım. Aklıma gelen fikirlerin hemen hepsinin filmin finalinden iyi olduğunu iddia ediyorum. Downsizing, bence seçilebilecek en anlamsız ve kabul etmesi güç yolu seçerek seyircinin merakına ve ilgisine ihanet ederek bitmeyi tercih etmiş. Alexander Payne’in kafasından neler geçmiş çok merak ediyorum doğrusu. Bir röportajını bulup dinlemek isterim.

Sonuç olarak heyecan verici ve geliştirmeye müsait bir fikri, potansiyelini kullanmadan harcayan Downsizing, yine de bu yaratıcı yaklaşıma şapka çıkartma adına göz atılabilecek bir film. İyi oyunculardan kurulu kadronun göze hoş gelen performansı ile parlayan film, ailecek izlenip bir noktaya kadar keyif alınabilecek bir yapım. Yazı boyunca sayısız kez anlatmaya çalıştığımı son kez tekrarlayarak kapatmak istiyorum: Ben olsam öyle yapmazdım…


Downsizing sonrası Türk sinemasının yükselen ismi Ali Atay’ın Cinayet Süsü filmine dair görüşlerimi okuyabilir, Alper Canıgüz’ün absürt romanı Gizliajans‘a dair notlarıma bakabilir ya da yine Leyla ile Mecnun ekibinden tanıdığımız senarist Burak Aksak’ın Kara Bela filmine dair eleştirime göz gezdirebilirsiniz.

Bir Cevap Yazın