Neresinden övmeye başlayacağımı bilemediğim bir film var karşımızda sevgili Gotham sakinleri. Daha film başlayalı henüz birkaç saniye olmuşken eşime dönüp ”Bu film olmuş,” dedim salonda. İlk sahnelerinde anlamıştım tam bana hitap eden bir film izlemekte olduğumu. Matt Reeves bize uzun yıllar unutamayacağımız bir Batman filmi hediye etmeyi kafaya koymuş da, bir tek biz seyircilere haber vermeyi unutmuş sanki. Vay ki ne vay…

Övmeye Nereden Başlasam?

Hani bazı şarkılar sizi ilk notasından yakalar ya, The Batman de bana aynı tarifeyi uyguladı ve ilk sahnesinden esir aldı. Üç saate yakın süresi boyunca da bir an olsun rahat bırakmadı. Boğazıma bir şey takılmış gibi rahatsız hissettim film süresince. Ve hayır, patlamış mısır değildi o boğazımdaki şey. Filmin rahatsız edici, beni her daim diken üstünde tutan atmosferiydi. Ve ben bu hisse ba-yıl-dım.

İki güzel Batman uyarlamasını kendi arasında kıyaslamaktan daha güzel ne olabilir? Üç Batman filmini kıyaslamak?

Nolan Üçlemesi vs The Batman

Christopher Nolan’ın The Dark Knight üçlemesinin büyük bir hayranıyımdır. Herkes Heath Ledger’ın efsanevi Joker performansıyla The Dark Knight’ı yere göğe sığdıramaz. Ama ben birkaç izleyişten sonra favori filmimin The Dark Knight değil, Batman Begins olduğunu anlamıştım. O filmde bana dair ismini koyamadığım bir ruh vardı sanki. Kabullenememe, karşı çıkış, başkaldırı ve yeniden doğuş temalarını öyle güzel işler ki Nolan, Batman Begins ile bir kahramanın doğuşuna tanık oluruz. İşte bu yüzden, The Dark Knight ne kadar eşsizse Batman Begins de en az onun kadar -hatta daha fazla- özeldir benim için. Bu konuya biraz daha derinlemesine girmek isterseniz, Batman Begins’in sahnelerinden ve diyaloglarından referanslarla birlikte felsefi altyapısına dair Kayıp Rıhtım için yazdığım inceleme yazısını okuyabilirsiniz.

Matt Reeves’in The Batman’ini bu kadar özel yapan yönü, işte bu gelmiş geçmiş en iyi Batman filmlerinin seviyesine çıkabilmesi ve bana Batman Begins’te hissettiğim duyguları tekrardan yaşatabilmesidir. Evet, Nolan üçlemesinden beri çekilmiş en iyi Batman ile karşı karşıyayız. Biz bugünlere, “What’s your super power?” sorusuna “I’m rich,” diye cevap veren Batman’in olduğu Justice League’lerden geldik arkadaşlar, unutmayın. Üstelik The Batman’e kadar Batman beyazperdede hiç bu kadar karanlık, hiç bu kadar başarısız, hiç bu kadar acı çeker resmedilmemişti. Hiçbir Batman filmi, bir süper kahraman filminden çok, bir dedektiflik filmi gibi çekilmemişti. Matt Reeves öyle büyük bir işe kalkışmış ki, Warner Bros.’u bu filme nasıl ikna etmiş aklım almadı. Muhtemelen The Joker’in başarısı Warner Bros.’un Matt Baba’ya bir şans vermesi kararında epey etkili oldu. İyi de olmuş, çok da iyi olmuş.

Biraz Da Şurasını Övelim

The Batman’i bu kadar eşsiz yapan detayları sıralamaya devam edelim. Neden bu film Nolan üçlemesinin en iyi parçalarıyla kapışacak kadar başarılı? Bir kere oldukça sıra dışı bir Batman var karşımızda. Hatalar yaptığını, kendini kontrol edemediğini, öfkesini yönetemediğini görüyoruz. Tüm bunların bilincinde ama nasıl aşacağını bilemiyor. Batman kimliğine bürünmesinin ikinci yılındayız daha. Tam olarak ne yaptığını, niye yaptığını kendisi dahil kimse bilmiyor. Gotham halkı bile kendisine sempati duymak yerine ondan korkuyor, çünkü tam bir kapalı kutu kendisi. Bu gölgelerden zırt pırt fırlayıp adam döven maskeli karakterin niyetinin iyi olduğu ne malum?

Gri bir karakter Batman. Polisin kendisinden çekindiği, yakınında görmek istemediği bir figür. Hatta Bruce Wayne de öyle. Nolan filmlerinde gördüğümüz sahte playboy yok karşımızda. Gündüz dışarı çıkınca güneş gözlüğü takan, Kurt Cobain’den hallice bir Bruce Wayne karşımızda. Ne demek istediğimi Samuel Kim yorumuyla gelen aşağıdaki Nirvana şarkısında anlayabilirsiniz. Filmin en kritik anlarında çıkıyor bu şarkı karşımıza. Aman içkili falan dinlemeyin, adamı fena çarpar bu parça. Sonra kendinizi siyah deri kostümlerle çatıya çıkmış “I am vengeance, I am the night, I am Batman” derken bulabilirsiniz…

Kaynak Eserler ve Esinlenmeler

Matt Reeves’in etkilendiği bir sürü Batman çizgi romanı, dedektiflik filmleri ve kitapları var. Birkaç tanesini sıralayalım.

Batman: The Long Halloween, devam hikayesi Dark Victory, Year One, Zero Year, Earth One, Hush, Batman Animated Series ve hatta Arkham serisi video oyunlarından beslendiğini görüyoruz. Bunun yanında, Seven, Zodiac, Mindhunter, Taxi Driver, Manhunter, The French Connection, Chinatown ve genel olarak Alfred Hitchcock filmlerinden esinlenmeler barındırdığını söyleyebiliriz. Sadece bu kısa liste bile filmin karanlık tonunun altında yatan sebepleri anlamamıza yeter de artar bile.

Matt Reeves, gerilim türünün sınırlarında gezen, az da olsa korku türüne göz kırpan, psikolojisi bozuk bir dedektiflik filmi olarak yansıtmak istemiş Kara Şövalye’nin yeni macerasını. Ve sizi bilmem ama ben bu duruma eridim bittim, âşık oldum.

Filmde hemen herkes çok iyi performans göstermiş ve role harika girmiş. Oyuncu seçimleri filme cuk oturmuş resmen. Çok beğendim.

Nokta Atışı Oyuncu Tercihleri ve Şukela Performanslar

Böyle bir Batman yansıtmak istiyorsanız, o role uyacak bir de aktör bulmanız gerekir. Depresif, sorunlu, tutarsız, kararsız, ilk bakışta burun kıvıracağınız ama beyazperdede görünce dibinizin düşeceği… Matt Reeves’in Robert Pattinson ısrarını şimdi çok daha iyi anlıyorum. Zaten kendisi de Pattinson’ın Good Time filmini izleyip etkilendiğini ve rolü Pattinson’ı düşünerek kaleme aldığını söylemiş.

Pattinson da yönetmenin beklentilerini karşılamış ve role mükemmel oturmuş. Çok iyi bir oyunculukla can vermiş karaktere. Bununla bağlantılı, psikolojik sorunları olan, hayattaki amacı belirsiz bir Bruce Wayne de çıkmış ortaya. Harika kere harika, harikanın karesi. Twilight’ta görüp dalga geçtiğimiz adamın geldiği konuma bakar mısınız? Vampir haliyle genç kızların kalbini çaldı, şimdi de yarasa adam olup tüm Batman hayranlarına oynuyor. Ayıptır! Şaka bir yana, oyunculuk böyle bir meslek. Kimi rol size yapışır ve üzerinizden uzun yıllar atamazsınız. Ama başka bir rol ile parçalarsınız seyircinin önyargılarını. Pattinson’un Batman olacağı açıklanınca gelen tepkileri hatırlayın… Filmi izledikten sonra birçok kişi Robert Pattinson ile barışacaktır. Durum apaçık ortada.

Zoe Kravitz, Paul Dano, Colin Ferrall ve Jeffrey Wright’a da bir paragraf açmak gerekiyor. Çok çok iyi oynamışlar. Karakterlerini o kadar gerçekçi canlandırmışlar ve role girmişler ki, onların bu performansı bize yansıyor, özdeşleştiriyoruz karakterlerle. The Riddler karakteri muhteşem yazılmış bir kötü adam. Zodiac Killer benzerliklerini kaçırmadık elbette. Gerçek dünyadan alınan bu bağlantılar filmi daha da ayakları yere basan bir yapım haline getirmiş. Mindhunter -ki çok severim- dizisinden fırlamış bir psikopat gibiydi resmen. Bu kadar tekinsiz bir düşman, filmin film-noir atmosferine de cuk oturmuş. Bu temaya bir diğer güzel oturabilecek düşman Scarecrow olabilirdi belki. O da bir sonraki filme artık. Eh, Matt Reeves’in batmobil için Stephen King romanlarından esinlendiğini düşünürsek, The Batman’in devam filmi için çıtayı yükseltmekte bir sakınca görmüyorum doğrusu. The Joker, Scarecrow, Courts of Owl gibi düşmanlar kulağa çok çekici geliyor.

Filmden harika bir kare. Başka da bir şey yazmıyorum.

Ayakta Alkışlanacak Görüntü Yönetmenliği

Filmin görüntü yönetmeninden bahsetmeden önce, izninizle ayağa kalkıp Greig Fraser’ı alkışlamak istiyorum. Çünkü The Batman’in bu kadar iyi bir film olmasında onun payı anlatılmaz, izlenir. Filmin daha ilk sahnesinde beni kendine bağlamasında filmin olağanüstü kamera açılarının, ışık kullanımının, renk paletinin, dekorlarının, kadrajlarının, atmosferinin, sahne tasarımlarının ve kostümlerinin etkisi çok büyüktü. Greig Fraser da tüm bunları müthiş bir karışım haline getirmiş. Matt Reeves’in elini inanılmaz rahatlatmış ünlü görüntü yönetmeni. Filmin bazı sahnelerinin Fraser’ın önceki filmlerinden benzerlikler taşımasına da hasta oldum. Star Wars Rogue One’ın unutulmaz Darth Vader sahnesinin bir benzerini Batman için çekmiş örneğin. Batman’in filmin başında gölgelerden çıkan siluetinin, filmin sonunda aydınlığa erişini de nefis aktarmış. Tam bir Oscar performansı bana sorarsanız. Çok beğendim, çok.

Övmeyi bitiremiyorum: Müzikler ve Sesler

Filmin açılış sahnesine döneceğim tekrar. Riddler’ın nefes alışverişinin ve gölgeler içindeki bekleyişinin sahneye kattığı gerilim inanılmaz. Film boyunca ses ve müzik kullanımının filmin her sahnesinde atmosferi derinleştirecek bir biçimde kullanıldığına şahit olduk. Nirvana’nın Something in the Way şarkısının ve şarkının sözlerinin kattığı derinlik de cabası. Müziklerin bestecisi Michael Giacchino gerçekten çok başka seviyede bir iş çıkartmış. Film müziklerine çok önem veren birisi olarak kaç kere dinlediğimi hatırlamıyorum The Batman’in parçalarını. Sonuç olarak The Batman’i tamamlayan önemli bir ayrıntı olarak öne çıkıyor müzikler ve sesler.

Yeter Artık Övme

Her şey harika, her şey süper, hiç mi problem yok?” diye sorarsanız filmin üçüncü ve son perdesinin (third act) biraz çığ düşer gibi üzerimize gelişini pek sevemediğimi söyleyebilirim. Yaşananların alt metnini anlıyorum ama kurgu-tempo ilişkisinin ayarı kaçmış diye düşünüyorum. Buradan da Matt Reeves’in montaj masasında filmi üç saate sığdırmak için epey uğraştığını anlıyoruz. Zaten kendisi de çok değerli bulduğu bazı sahneleri atmak zorunda kaldığını itiraf etmiş. O kısımları filmin bluray’i çıktığında izleriz artık. Son bölümde olayların harala gürele ilerlemesi belki de The Batman’in tek sıkıntılı yanıydı gerçekten de. Dikkatimi çeken başka bir sıkıntı bulamıyorum. Düşünüyorum düşünüyorum, cık, yok bulamıyorum. Çok iyi işte film, anlayın.

I Am Vengeance, I’m The Night, I Am Batman!

Ben bu filme bayıldım. Bıraksanız yüzlerce satır daha yazabilirim hakkında. Evde izleme fırsatım olunca oturur üç beş kez daha izlerim kesin. Tüm parçalarının uyum içinde tıkır tıkır çalıştığı enfes bir yapım The Batman. Alışılagelmiş Batman filmlerinden ayrışıyor oluşu kimilerinin hoşuna gitmeyebilir ama bana inanın, film bu atmosferin hakkını sonuna kadar veriyor. Atmosfer, hikaye, senaryo, oyunculuk, sanat yönetimi, ses, müzik her alanda oldukça iyi bir film var karşımızda. Devamı için sabırsızlanıyorum. İhtimalleri düşündükçe kbana bir haller oluyor. Bir değil iki kere izleyin bu filmi. Filmin sonunu bilip de izlerseniz eminim apayrı bir zevk alır ve ilginç detaylar da yakalarsınız.

Son olarak, siz de benim gibi filmlerdeki ipuçlarını ve gizlenmiş detayları görmeyi seviyorsanız, New Rockstar’ın The Batman filmindeki easter egg’leri deşifre ettiği videosunu izleyebilirsiniz. Çok ilginç şeyler kaçırmışım izlerken. İkinci izleyişe bakalım ben neler yakalayacağım…



The Batman’i övdüğüm yazının ardından, “Üzerime biraz daha içerik atar mısın?” diye soranlar DC’nin büyük günahı Justice League incelememle devam edebilir, ya da bir kötü adamın nasıl doğduğunu anlatan şahane yapım Joker’e dair fikirlerimi okuyabilir. Değişiklik isterseniz Batman: Arkham Knight oyunu incelememi okuyup oyun dünyasına zıplayabilirsiniz.

Bir Cevap Yazın