Frank Herbert Dune’u kaleme aldığında takvimler 1965 yılını gösteriyordu. Geçmişten ilham alarak feodal bir gelecek tasviri çizen epik bir bilimkurgu romanıydı Dune. Yazara 1966 yılında bilimkurgunun Oscar’ı kabul edilen Hugo ödülünü kazandırmıştı. Aynı yıl ilk defa verilen Nebula ödülünü de almayı başarmıştı Amerikalı yazar. Bugün olduğu gibi, çıkış yaptığı dönemde de hakkı teslim edilen bir eserdi Dune.

İthaki’den çıkan Bilimkurgu Klasikleri serisinde yer alan Dune’un kapağı pek hoş olmuş. Filme gitmeden önce kitabı okumakta fayda var.

Dune’u Anlamak

Dune, yıldızlararası seyahatin mümkün olduğu uzak bir gelecekte geçer. Padişah İmparator Shaddam IV’ün emriyle Çöl gezegeni Arrakis’in yönetimine getirilen Atreides Hanedanlığının veliahtı Paul Atreides’in Arrakis’e yolculuğunu ve orada yaşadıklarını konu alır. Son derece iyi tasarlanmış bir evrene sahiptir. Kitabı okurken tüm duyu organlarınız tetiklenir ve kendinizi Arrakis’te hayal edersiniz. Paul’ün başından geçenleri heyecanla okur, çöl kumunu yüzünüzde hisseder, yakıcı güneş derinizi ısıtır ama hiçbirini ispatlayamazsınız.

Frank Herbert, mükemmel betimler Arrakis’i. Arrakis’i betimlediği gibi, galaksinin feodal yapısını, geleneklerini, yaşam koşullarını, içerisinde barındırdığı politik çekişmeleri ve tüm karmaşık düzeni de okuyucuya en ince ayrıntısına katar aktarır. Tüm bunları son derece katmanlı, aksiyonun ve sürprizlerin havada uçuştuğu epik bir olay örgüsünde okuyucuya anlatır. Yarattığı karakterlere gerçek birer beden ve kimlik verir. Duyguları, düşünceleri ve arzuları olan karakterlerin okuyucunun beyninde kanlı canlı oluşmasını sağlar. Tüm karakterlere dair kendi muhakemenizi kendiniz yaparsınız. Son derece rasyoneldir yaşananlar. Kendi gerçekliği ve kuralları içerisinde tutarlıdır. Bu kadar kapsamlı bir romanı böyle tüm ayrıntılarıyla nakış gibi işlerseniz, yalnızca bilimkurgu tarihinin değil, edebiyat tarihinin de en iyi eserlerinden birini ortaya çıkartırsınız. Dune da, o eserlerin başında gelir. Tam bir baş yapıttır.

Dune’un video oyun uyarlamaları 90’lı yıllarda kendini göstermeye başladı. Fakat 2001 yılından sonra bir anda ortadan kayboldular. Keşke yeni Dune oyunları görebilsek.

Dune Uyarlamaları Tarihçesi

Bu kadar iyi bir romanın film uyarlamasını çekmek, açık konuşmak gerekirse, yürek ister. Kolay kolay her yönetmen bu riske girmeye cesaret edemez. Lakin 1984 yılında David Lynch Dune’u sinemaya uyarlamayı kabul eder. Ama ortada bir sorun vardır. Lynch bilimkurgu filmleriyle tanınan bir yönetmen değildir. Hatta, Dune’un hayranı da değildir. Hatta ve hatta, kitabı hiç okumamıştır bile. Yani aslına bakarsanız, Dune’u sinemaya uyarlamak için doğru kişi olduğu tartışılır bir isimdir. Fakat yönetmenlik yeteneği tartışılmaya kapalıdır Lynch’in. Tüm bu parametrelerin birleşimi sonucu vizyona giren 1984 yapımı Dune filmi kimilerini tatmin etse de, genel olarak beklentileri karşılayamayan bir yapım olarak hafızalara kazınır. David Lynch’in bile altından kalkamadığı Dune uyarlamasına başka kim cüret edebilir ki?

1984 yapımı filmin üzerinden 15 yıl geçtikten sonra, Dune bir mini seri olarak tekrar karşımıza çıkar. Fena sayılmayacak bir deneme olmuştur. Çoğu hayrana göre, David Lynch’in fiyaskosundan (!) sonra, kabul edilebilir bir yapımdır. Ama Dune’un sinema uyarlaması, aynı çölün insanı kendine çeken gizemli büyüsü gibi sinemacıları da kendine çekmeyi sürdürür.

2008’de Paramount, Dune’u yeniden sinemaya uyarlamak için kolları sıvar. Fakat türlü sebepler ve sürekli değişen kamera arkası ekibinin ardından bu işten vazgeçer.

2016’da Legendary, Dune’un tv ve film haklarını satın alır. Bir planları vardır. Bilimkurguya farklı bir bakış getiren, kullandığı sanat yönetimi ve hikâye anlatımı teknikleriyle bilimkurgu sinemasının efsane yönetmeni Stanley Kubrick’in veliahtı olarak çağrılmaya başlanan ve son yılların en dikkat çekici yönetmenlerinden biri haline gelen bir ismi filmin kamera arkasında görmek istemektedirler. Bu isim elbette Denis Villeneuve’dür.

Kanadalı yönetmen, Arrival ve Blade Runner 2049 gibi iki iyi bilimkurgu filmiyle rüştünü ispatlamış ve Dune’un üstesinden gelebileceğini göstermiştir. Nitekim yönetmenliği kabul eder ve Dune’un beyazperdeye uzanan yeni yolculuğu başlar.

Atreides Handenalığı üyeleri
Atreides Hanedanlığı ile tanışın. Oyuncu kadrosu yıldızlar geçidi gibi değil mi?

Dune – Çöldeki Vaha Mı, Halüsinasyon mu?

Umarım bu kısa tarihçe ile Dune evrenine ve kitabın uyarlama serüvenine biraz hâkim olabilmişsinizdir. Villeneuve’ün filmini izlemeye gitmeden önce size tavsiyem, mutlaka ama mutlaka kitabı okumanızdır. Çünkü benim üstte anlattıklarım filmden zevk almanız için kesinlikle yeterli olmayacaktır.

Villeneuve büyük bir risk almış filmde. Filme gidenlerin Dune evrenine hâkim olduğu kabulüyle yola çıkmış. Bu çok büyük bir kumar. Bu kadar derin ve kendi felsefesi olan karmaşık bir bilimkurgu filminde, ”Herkesin mevzuyu bildiği” kabulüyle işe başlaması epey ters tepmiş. Eğer Dune gibi devasa bir kurmaca evrenin tarihçesini ve en önemli detaylarını film sırasında karakterlere izah ettirip seyircinin bundan anlamlar çıkartmasını umuyorsanız, işiniz biraz zor demektir.

Bir diğer baş yapıt Yüzüklerin Efendisi’nin film uyarlamasında bu sıkıntıyı hiç yaşamayız mesela. Neden mi? Çünkü Peter Jackson daha filmin ilk saniyesinden başlayarak, her fırsatta bize tarih dersi verir. Evrenin detaylarını o kadar ustaca bize anlatır ki, tüm evrene hâkim olduğumuzu hissederiz. Bahsettiğim sahneler bir bir gözünüzün önüne gelmiştir sanırım. Isıldur’un yüzüğü Sauron’dan alışı, Smeagol’un yüzüğü gölde buluşu, Bilbo’nun mağaradaki tesadüf keşfi… Üzülerek söylemeliyim ki Villeneuve bu noktada büyük bir kumar oynamış ve kaybetmiş. Dune, Yüzüklerin Efendisi’nin tersine, daha ilk saniyesinde sizi daha yüzme bilmezken okyanusun ortasına atmış ve ”Hadi karaya çık” demiş. Bununla birlikte, sürekli karşınıza çıkan, hiçbir anlam veremediğiniz ve hikayenin gelişimine en ufak katkısı olmayan flashforward görüntüler, seyircinin filmden iyice kopmasına neden olmuş.

Paul ve Gurney acaba neyden kaçıyorlar?

Ben Daha İyisini Beklerdim

Dune’u yakın zamanda okumuş olmama rağmen ben bile filmde yaratılan evrenin içine girmekte epey zorlandığımı itiraf edebilirim. Kitabı okumamış eşime, film boyunca olan olayların arka planını ve karakterleri anlatmak durumunda kaldım. Bu, Villeneuve’ün tercihinin bir sonucuydu. Eğer bu bir devam filmi olsaydı hak verebilirdim bu tercihine. Ama bizi Dune evreniyle tanıştırma misyonu olan bir filmin bu günahı işlemesi bana sorarsanız affedilmez bir hatadır. Bu hata film boyunca boğazımıza takılıyor ve ne kadar mısır yiyip kola içsek de gitmiyor maalesef.

Tüm bunların sonucunda filmi şöyle özetleyebilirim sanırım: Denis Villeneuve’ün Dune’u; Frank Herbert’ın romanı üzerine açılmış bir sanat galerisinde, hoparlörlerden durmaksızın gelen ve ortamı germekten başka bir iş yaramayan müzik eşliğinde, duvarlara asılmış inanılmaz güzellikteki çöl manzaralarını seyretmeye benzemiş.

Vallahi billahi böyle. Villeneuve elimizden tutmuş ve Dune üzerine açtığı sanat galerisinde gezdirmiş bizi. Bu açıdan baktığınızda filmin sanat yönetiminin ve sanat tasarımının muazzam olduğunu belirtip hakkını teslim etmek gerekiyor. Film devasa IMAX perdede gerçekten harikulade görünüyor. Tam bir görsel şölen. Tablo gibi görüntüler, nefis kamera açıları, çölü iliklerinize kadar hissettiren ses ve görüntü kombinasyonları. Tablo gibi, tablo.

Frank Herbert yaşasaydı, bu görüntülere şapka çıkartırdı. Ama bu şahane sahneler, akıl almaz montaj ve senaryo tercihleri nedeniyle heba olmuş ne yazık ki. Öyle ki, konudan koptuğunuz için oyunculuklara bile odaklanamıyorsunuz. Güzelim kadro çarçur edilmiş demek istemiyorum ama neredeyse çarçur edilmiş…

Paul Atreides Zeybek öğreniyor…

Peki Ya Bundan Sonrası?

Bundan sonra ne olacağını kimse bilmiyor, Villeneuve’ün filmin devamını çekmek istemesi dışında… İlk filmin kaldığı yerden devam edip epik bir finalle ilk kitabı tamamlamak istiyor Kanadalı yönetmen. Açık konuşmak gerekirse, Dune romanında da asıl doyurucu kısımlar kitabın ikinci yarısında başlıyordu. Aksiyonu bollaşıyor, karakter gelişimleri farklı yollara gidiyordu.

Üstte bahsettiğim hatalara rağmen bence Villeneuve ikinci filmi yapıp vizyonunun tamamını ortaya koymayı hak ediyor. Ona bu imkânı vermemek büyük haksızlık olur. En baştan beri iki parça olarak düşündüğü bir filmin ilk parçasını beğenmeyip bu fırsatı elinden almak doğru olmayacaktır.

Peki Warner Bros. buna izin verecek mi? İşte onu da ilerleyen günlerde göreceğiz. Şimdilik Dune evrenine sanatsal bir giriş yaptığımız Dune filmi ile yetinmek durumundayız. Eğer bir gün ikinci film yapılırsa, ilk filmi onun ardından tekrar izlemek de yönetmeni anlamak açısından mantıklı bir hareket olacaktır.


Dune eleştirimin ardından Free Guy filmine dair fikirlerime göz atabilir, ya da bir diğer yeniden çekim filmi olan Mortal Kombat’ı nasıl bulduğumu okuyabilirsiniz.

1 Yorum

Bir Cevap Yazın