Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık Notlarım – 3. Bölüm

1
4680

Murat Gülsoy’un yaratıcı yazarlık üzerine yazdığı deneme kitabı olan Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık’ı okurken aldığım notların derlemesinin üçüncü ve son bölümüne hoşgeldiniz. Derlememin ilk bölümünü buraya, ikinci bölümünü de şuraya bırakmıştım. Henüz okumadıysanız üçüncü bölüme başlamadan önce mutlaka ilk iki bölümü okumanızı öneriyorum. Üç bölümün toplam uzunluğu gözünüzü korkutmasın. Bir çırpıda okuyacağınıza eminim.

  • Edebiyatı sinema ve tiyatrodan ayıran önemli bir noktaya parmak basmak gerekiyor. Edebiyatta tüm etki kelimeler ile sağlanmak zorundadır. Sinemada ve tiyatroda ise çeşitli anlatım araçları vardır. Sahne, oyuncu, dekor, ses, ışık, müzik, ortam, kamera açısı vb. farklı anlatım araçları ile sözcüklere gerek kalmadan bir öykü anlatılabilir. Bu durum edebiyat kurmacasını daha çetrefilli yaptığı gibi, okuyucu için daha keyifli de yapar. Okuyucu okuduğu hikayedeki görseli, müziği, dekoru, oyuncuyu kendi hayal gücü ile hikayeye ekler. Neredeyiz?, kimiz?, kiminleyiz?, napıyoruz gibi sorular okuyucunun kafasında kurduğu dünyada sorgulanmaya başlar. Edebiyatı bütün sanat dalları içerisinde sihirli kılan önemli bir detay da budur. Yazarın betimleme yeteneği okuyucunun yaratacağı dünyanın reng paletinin genişliğini belirler. Eğer yazarın betimlemeleri yetersizse, okuyucunun kurduğu dünya yavan, karakterler de sönük kalır.
  • Kurmacanın daha öncedeki bölümlerde belirttiğim unsurlarının birbirlerini besleme durumu vardır. Bir sinema filminde sahnenin geçtiği mekan kadar, ses, müzik ve ışık da önem arz eder. Bu unsurların oranı her eserde farklıdır. Sinema için bu yönetmenin insiyatifinde olan bir konudur. Yazar, öyküsünde yalnızdır. Kendi sahnesini kendi kurgular. Işığı, sesi kendi istediği gibi ekler. Her sahnede bu parçaların oranları ile bir yönetmen edasıyla oynar ve mükemmeli oluşturmaya çalışır.
  • Filozof Herakleitos’un ünlü sözü “aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” kurmaca için de geçerlidir. Kurmaca edebiyatın doğası gereği, her okuma okurun zihninde farklı bir görüntü oluşturacaktır. “Ağaçtaki yapraklar esen rüzgarla birlikte dans ediyordu” dediğimizde bu cümleyi okuyan herkesin gözünün önüne gelen ağaç kendine özeldir ve bir sonraki okumasında değişecektir. Metin aynı olsa da okuyucunun yarattığı görüntü hep farklıdır.
  • Büyübozumu sayfa 193’te bakış açısı kavramı şöyle tanımlanır; “bakış açısı, basitçe hikayeyi kimin anlattığını ya da kimin gözünden/tarafından anlatıldığını açıklayan bir terimdir.” Bakış açısı bir öykünün yazımına başlanırken karar verilmesi gereken önemli bir konudur.
  • Bakış açısının çeşitlerini tariflemek için Murat Gülsoy Gerard Genette’nin ayrımını kullanmış; eğer anlatıcı, anlatılan hikayenin karakterlerinden birisiyse buna homodiegetik anlatıcı, anlatıcı hikayenin tamamını bilerek üstten anlatıyorsa ona heterodiegetik anlatıcı, homodiegetik anlatıcı anlatının kahramanı ise bu da autodiegetik anlatıcı olarak tanımlanır.
  • Büyübozumu’nda değinilen bir diğer sınıflandırma da Gürsel Aytaç’ın Çağdaş Türk Romanı Üzerine İncelemeler eserinde belirttiği birinci tekil bakış açısı, ikinci tekil ve üçüncü tekil bakış açılarıdır.
  • Bazı eserlerde anlatıcının kişiliği ve kişisel özellikleri anlatımın üslubuna yansır. Küçük bir çocuğun gözünden anlatılan bir hikayede tüm olaylar o çocuğun algıladığı gibi anlatılır. Aynı hikaye daha ileri yaşta birisinin gözünden anlatılmış olsa bambaşka bir eser ile karşı karşıya kalınabilirdi. Yazarın yazmaya başlamadan anlatıcı konusunda kararını vermiş olması gerekmektedir.
  • Üçüncü tekil kişi bakış açısında bir ayrıma dikkat etmek gerekir. O da anlatıcıya tanıyacağınız özgürlüktür. Anlatıcı herkesin aklına girebilen ve onların düşüncelerini okuyabilen bir güce sahip olabilir. Bununla birlikte tüm hikayeyi kahramanın gözünden anlatması da mümkündür. Bu biraz öykünün nasıl kurgulandığı ve nasıl anlatılırsa duyguyu daha iyi okuyucuya geçireceği ile alakalı bir karardır.
  • Karakterler, sözcüklerle yaratılmış insanlardır. Bu insanlar edebi metinlerde çoğu zaman bir karakteri bir duyguyu ya da bir davranışı temsil ederler. Yazarların, yarattığı kurgusal karakterlerin okuyucuda oluşturmak istedikleri algıya göre kişiliklere sahip olmalarını sağladıklarını söylemek yanlış olmaz.
Edebiyat ile kıyaslandığında sinemanın elindeki anlatım tekniği seçenekleri daha fazladır.
Edebiyat ile kıyaslandığında sinemanın elindeki anlatım tekniği seçenekleri daha fazladır.
  • Tek bir ana karakterin başından geçen olayların anlatıldığı hikayelerdeki ana karaktere protagonist denir. Onun hedefine ulaşmasını engellemeye çalışan karşıt karaktere de antagonist denir.
  • Bir karakteri betimlemenin en güzel yolu, gelişen olaylara verdiği tepkileri belirgin kılıp okuyucunun yakalamasını sağlamaktır. Bu durum okuyucuda karakteri çözmüş olma hissini oluşturacaktır. Karakteri diyaloglar yolu ile anlatmak da kullanılan bir tekniktir. Aynı şekilde başka insanlarla girdiği etkileşimler de karakteri tanıtma amacına hizmet ederler.
  • Murat Gülsoy, bir çağdaş roman eleştirisi olarak günümüzde asıl kahramanların genellikle dinamik, diğer karakterlerin ve yardımcı roldeki kişilerin düz olduklarını belirtmiş. Düşündüğümüz zaman bir çok eserde bunun doğruluğunu teyid edebiliriz. Ama son dönem kitap uyarlaması dizisi ile ortalığı kasıp kavuran Game of Thrones’un bu noktada farklı bir ses olduğunu söyleyebilirim. Her karakterinin ayrı bir dinamiği olan eserlerin kesin olarak ilgi çekici olduğu sonucuna varmasam da, Murat Gülsoy’un genellemesinin geçerliliğini kırmak açısından doğru bir örnek olduğunu dşünüyorum.
  • Gerçek hayatta etkileşim içinde olduğumuz insanların karakterlerini anlamamız çok uzun zaman alacaktır. Kurgularda ise kahramanların temel karakteristiklerini anlamamız için birkaç sayfa bile yeterli olabilir. Hiç gerçek hayatta bir dış sesin bize insanlar hakkında bilgiler verdiğini hayal ettiniz mi? “Bu çocuk güvenilmezdir, uzak dur.” diyen ve bize her konuda telkinlerde bulunan bir dış ses hiç de fena olmazdı. Işte kurmaca eserlerde anlatıcı bu dış sestir. Bizi yönlendirir.
  • Yapılan yanlışlardan birisi de yaratılan karakterlerin içine yazarın kendinden parçalar üflemesidir. Bu durum birbirine benzer karakterler yaratılmasına neden olabildiği gibi, karakterlerin tahmin edilebilir ve görece yapay olmaları sonucunu doğurabilir. Yazarın eserini “kendi karakterini insanlara anlatmak“ hedefiyle değil, hikayesini anlatmak maksadı ile yazdığını unutmaması gerekir.
  • Yarattığımız karakterlere birer geçmiş vermemiz gerekir. Geçmişi olmayan bir karakterin okuyucu gözünde değer görmesi çok zordur. Bazı durumlarda yarattığınız karakterin yerine kendinizi koyup “ben olsam nasıl davranırdım” demenizin de karakterlere objektik bir şekilde bakmanız için faydası olacaktır.
  • Öykülerin ucu açık bitme eğilimi vardır. Bir soru cümlesi, bir ironi ya da bir konuşma cümlesi ile bitebilir. Ben de yazdığım öykülerde okuyucunun kendi hayal gücü ve zekası ile hikayeyi tamamlamasını beklerim. Bu kullanmaktan keyif aldığım bir tekniktir.
  • Peki yazacağımız öykünün ya da romanın fikrini nereden alacağız? Yaşamın içinde o kadar çok hikaye var ki, nereden başlayacağınız size kalmış birşey. Elbette daha önceden yazılmış eserlerden ilham almayı da seçebilirsiniz. Bunda utanacak ya da sıkılacak bir durum yok. Sadece ilham alma, esinlenme ile kopyalamanın arasındaki çizgiye dikkat edilmesi şartı ile.
  • Ben nicelik değil niteliğe önem veren birisiyimdir. Ne kadar çok sayıda kitap okuduğumdan çok, ne kadar derinlemesine okuduğuma bakarım. Sürekli notlar alır, altını çizerim. Not defterim, kurşun kalemim hep benimle birliktedir.
  • Bir roman yazmak için günde şu kadar kelime yazmalıyız gibi kalıplara inanmayın. Önemli olan düzenli yazma alışkanlığını oluşturmaktır. Her gün dört yüz sayfa yazacağım diye kendinizi şartlarsanız işin ruhu kaçar.
  • Aklınıza birşey geldiği anda kağıda dökün, not alın. Aksi durumda o fikir uçar gider, bir daha da bulamazsınız.
  • Çok önemli bir nokta da okuyucunun vaktini boşa harcadığı hissine asla bürünmemesini sağlamaktır. Okumaya başladığı gibi, konsantrasyonunu kaybetmeden okumaya devam edebilmelidir.
  • Son dönem Amerikan sinemasının hedef kitlesinin yaş aralığının 12-18 arasına çekilmesine istinaden sinemalarda gösterime giren filmlerin içeriği de değişiklik gösterdi. Filmlerin hikaye anlatımı ve olay örgüleri son derece basit tutulmaya başlandı. Yetişkinlerin bu konudaki açlığı da sinemanın yerini televizyonun alması ile diziler üzerinden giderilir oldu. Dizi sektörünün patlama yapmasının ana sebebi budur. Murat Gülsoy’un Dr. House dizisi üzerinden yaptığı bu konudaki tespitlerini Büyübozumu’nda bulabilirsiniz.
  • “Sinema filminin edebiyattaki karşılığı öykü, dizinin ise romandır” tespitini de yapıtların işlenişi açısından doğrulayabiliriz. Sinema filmi izlemek ile öykü okumanın insan üzerindeki etkisi benzer olacaktır. Televizyon dizileri de olay örgülerinin sürekliliği ve bağlantılı olması nedeniyle romana benzetilebilir. Mesela televizyon dizilerinde karaktere yapılan yakın çekim planlar romanların anlatımına daha çok benzer. Sinema ise daha geniş açı kullanılan bir sanattır.

Murat Gülsoy’un Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık kitabındna aldığım notları böylece tamamlaşmış oldum. Bu kadar not almak, o notları bir araya getirip yazmak ve Düşlerden Gerçeğe’de yayınlanabilir bir noktaya getirmek için uzun bir uğraş verdiğimi belirtmeliyim. Murat Gülsoy’un akıl dolu tespitleri ve yönlendirmeleri ile kurgu yaratma konusunda kendimi artık daha donanımlı hissediyorum. Burada yayınladığım notlarım da dönüp dönüp bakacağım bir kaynak oldular. Benim faydalandığım gibi faydalanacak başka insanların da olacağı ümidiyle, edebiyatla kalın, esen kalın efendim…

1 Yorum

Bir Cevap Yazın