Doğu Yücel, Türk Edebiyatı’nın popüler yüzlerinden birisi. 1977 doğumlu yazar, ilk olarak 1997 yılında katıldığı Gençlik Kitabevi Öykü Yarışması ve 1998 yılında gerçekleştirilen Nostromu Kısa Bilimkurgu Hikâye Yarışması’nda gösterdiği başarıyla dikkatlerini üzerine çekti. Bu başarıların ardından, ilk kitabı Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları 2000 yılında raflardaki yerini aldı.
Filmi yirmi yıl ileri sarıp günümüze geldiğimizde, senaryo yazarlığı da dahil, birçok eser çıkarmış, gayet üretken bir isim olarak karşımıza çıkıyor Doğu Yücel.
Benim Doğu Yücel ile tanışmam bu yazıda size anlatacağım Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları’nın 2018 yılında Can Yayınları’ndan çıkan baskısıyla oldu. Yazarın değerli bilgilerle süslediği önsözünün de bulunduğu Can Yayınları baskısını, aynı kitabın 2000 yılındaki halinin üzerinden geçilmiş, cilalanmış, günümüzün popüler tabiriyle “Remastered” sürümü gibi düşünebilirsiniz.
Bir Öykü Derlemesi ve Geçmişteki Kendinle Yüzleşme Hadisesi
Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları, Doğu Yücel’in gençlik yıllarında yazdığı öykülerin derlendiği bir kitap. Kitabın önsözünde, okuyup etkilendiği eserlerin ardından kafasında dönmeye başlayan düşünceleri öyküleştirdiğini paylaşıyor Doğu Yücel.
Gençken yazdığı bu öyküleri yıllar sonra değiştirmeye, gençliği ile tartışmaktan çekindiği için elinin gitmediğini itiraf eden Yücel, buna rağmen öykülere bir editör bakış açısıyla bazı dokunuşlar yaptığını belirtmiş.
Kitabın yeni basımına biraz da bu gençliği ile yüzleşme açısından bakan yazarın, gençlik yıllarında aklında olgunlaşmakta olan düşüncelere gösterdiği saygıyı hissetmişsinizdir. Bir insanın yıllar önce ürettiği eserlere, aradan geçen onca zaman sonra bu şekilde yaklaşabilmesi önemli bir erdemdir.
Kitaptaki Öykülerin Karakteristikleri
Kitaptaki öykülere geniş açıdan baktığımızda; hayatın içerisinde olan problemlere fantastik bir hava katıp, doğaüstü bir çabayla onların üstesinden gelme arayışının ön plana çıktığını görüyoruz. Öykülerde karakterlerden ve diyaloglardan çok, hikâyenin ve olay örgüsünün dikkat çektiği bir anlatım var. Bu tercih, ağdalı ve karmaşık bir yazım dilinden çok, sade ve anlaşılır bir dilin ağır bastığı bir tarz ortaya çıkartmış. Benim de fantastik eserlerde tercih etmekten keyif aldığım bu sade dil, okuyucunun olay örgüsüne kapılıp sayfaları hızlıca çevirmesini ve merak duygusunun tetiklenmesini sağlıyor.
Öykü türünün bu anlamda okuyucuyu kısa sürede tatmin eden bir yapısı olduğunu da kabul etmek gerek. Okumakta olduğumuz hikâyenin birkaç sayfa sonra final yapacağını bilerek okumaya devam etmek farklı bir duygu gerçekten de.
Doğu Yücel’in kitapta yer alan öykülerine verdiği isimler, üstte belirttiğim gündelik yaşama dair göndermelerini ve okuduğu kitaplara gösterdiği fantastik yaklaşımını destekler nitelikte. “Binbir Gündüz Masalı” ve “Aşk, Şeytan ve Öys Üçgeninde Bir Faust” bu anlamda dikkat çeken isimler arasında. Örneğin Bariyer isimli öyküde, sıradan bir otopark bariyerinin Stephen King romanlarında görmeye alıştığımız tarzda, tedirgin edici bir nesneye dönüşmesine tanık oluyoruz. Gündelik hayat, Stephen King romanlarının kasvetli ortamı ile buluşuyor ve Doğu Yücel edebiyatının en temel özelliklerini tek bir çatı altında birleştiriyor.
Beklentiler ve Eldekiler
Eğer bu tür hikayeleri okumayı seviyorsanız Doğu Yücel’in Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları isimli öykü derlemesinin Can Yayınları’ndan çıkan yeni baskısına göz atmanızı öneriyorum.
Ve fakat, şunu eklemek zorundayım: Tüm bu hoş yanlarına ve şahsen yaşamın içinden üretilen fantastik hikayelere özel ilgi duymama karşın, Doğu Yücel bu kitabıyla beni kendine hayran bırakmayı maalesef başaramadı. Bunun temel nedeninin de, karakterlerle herhangi bir duygusal bağ kuramamam olduğunu düşünüyorum. Oysaki daha ilk okumamda Doğu Yücel edebiyatıyla kuvvetli bir bağ kuracağımı hayal etmiştim. Belki bir sonraki kitapta bu hislerle ayrılabilirim, kim bilir…
Sizin Doğu Yücel edebiyatıyla aranız nasıl? Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları’nı okuduysanız, kitap hakkındaki düşüncelerinizi duymak isterim.
Böylece bir yazının daha sonuna gelmiş olduk. Kitaptan altını çizdiğim yerleri sizinle paylaşarak bu yazıyı noktalıyorum. Bir sonraki kitap incelemesinde görüşmek üzere, edebiyatla kalın…
Altını Çizdiklerim
*Bisiklet bisikletliğinden beklenilmeyecek kadar hızlı gidiyordu ama çocuk ve güzel mavi araba farkı açtı. Karşılarına bir anda çıkan ikizkenar üçgen, dik yamuk ve silindir ani bir frene sebep oldu.
*Benim aktör dediğim sapına kadar ruhunu satan veya ruhunu rolüyle takas eden adamdır.
*Bazı hayalperestlerin hayallerini sadece bazı hayalperestler gerçekleştirebiliyordu.
*Sivri kazıklar vampirler için neyse, gerçek de çoğunlukla hayal gücü için, odur. – Stephen King
*Yerdeki cam parçaları farklı yönlere farklı renklerde ışıklar yansıtarak, kalabalığın bir ceset etrafında toplanmışçasına yarattığı suni matem havasına karşın bariyerin zaferine havai fişekler gibi eşlik ediyordu.
*Ve biz de çocuksu hayal gücümüzün yarattığı düşlerin peşinden sürüklenen zavallı hayalperestlerdik.
*Bu yüzden şeytanın etkilendiği dini öğelerin ülkeden ülkeye değişmesi gerektiğini, kutsallığın göreceliğini ve kötülüğü yenmenin otantik yollarını hiç aklıma getirmemiştim. Emperyalizm denen şey bu olmalıydı. Babam “McDonalds gençleri” derken bunu kastetmişti.
*Eğer tek işi bir düğmeye basmak olan birinden işini çalarsanız o adamdan bırakın iş ahlakını, iyi bir şey yapmasını bile bekleyemezsiniz. İnsanın bir boka yaramadığını düşünmesi ve bir boka yaramadığını bilip de üstüne para alması gerçekten boktan bir durumdu.
*Aşklarının ölümsüzlüğüyle tatmin olan ama etraf ölümsüz kaynayınca aşklarını yüceltecek sıfat bulamayan sevgililer başı çekiyordu tarikatta.
*Tanrı’nın kime âşık olduğunu, evrende Tanrı’dan başka tanrıların veya tanrıçaların olup olmadığını bilemeyiz ama şu bir gerçektir ki, Tanrı aşkına karşılık bulamamıştır. Çünkü hiçbir varlık ulaştığı aşkı için sonsuz bir evren yaratmaz.
*Hikayelerini yazdığı defter sayfalarından kayık yapar, denize bırakır, hikayelerinin okyanuslara açılarak doğru insana ulaşacağını hayal ederdi.
*Plajda limonata satarak bir bilimkurgu filminin bütçesini çıkarabileceğini iddia edebilirdi. O yılları hatırladıkça fark ediyorum ki hayallerin en safları, en uçukları ve en güzelleri çocuklukta yaşanıyor.
*Yetişkinlerin eğlence dedikleri saçmalıkların hepsi çocukken yaşadıkları zevkleri tekrar yaşayabileceğini umutsuzca düşlemelerinden kaynaklanıyor. Hiçbir zaman çocukluklarındaki kadar eğlenemezler ve bu gerçeğin altında ezilerek eğleniyor rolü yaparlar.
*Rüya, hayatı sıradanlaştıran insanlara verilmiş bir hediyedir. İnsanoğlunun bu hediyeyi her uyanışında unutup küçümsemesi Tanrı’ya yapılan bir hakarettir.
*İnsanları hayal dünyasına sokmak başka şey, onların gerçekliğine inandırmak başka şeydir.
*Mutsuz bir adama güzel anılar bile acı verir.
*Keşke bunu daha önce anlayabilseydim. Yani rüyalarımızın aslında öteki dünyaya yaptığımız kısa ziyaretler olduğunu.
*Bilincindeki rüya malzemeleri bittiği halde uykunun karanlığını hayatın sıkıcılığına bir yüz gün daha tercih etmiş.
*Biliminsanlarınız buna Büyük Patlama diyor; bence sıkıntıdan patlamak deyimine daha yakın.
*Şarkı hüzünlüydü. Ümitli ama aynı zamanda endişeli. Bir rüyanın fon müziği olabilirdi ancak. Tuhaftı. Saf iyilik kadar monotondu, kötülük kadar çekici.
*Aşk, çocukluğa giden en kestirme yoldu.
*Gemi hiç bu kadar hızlı olmamıştı, ama bu hızın umuda bağlı olduğunu söyleyemeyeceğim. Bu daha çok sabırsızlığın hızıydı.
*Umut, hele günümüzde, kötü bir şey; umut insanı boğabilir.
Bu incelemenin ardından Sir Arthur C. Clarke’ın unutulmaz bilimkurgu romanı Çocukluğun Sonu ile tanışabilir, ya da Murat Gülsoy’un bizi geçmiş, bugün ve gelecek arasında dolaştırdığı Ve Ateş Bizi Tüketiyor’una dair düşüncelerimi okuyabilirsiniz.