Keyfim bir hayli yerinde doğrusu. Çünkü oyun tarihine adını altın harflerle yazdırmış Witcher 3 hakkındaki izlenimlerimi sizinle paylaşmak üzere karşınızdayım. Neresinden övmeye başlasam, hangi kısmına yoğunlaşsam bilemiyorum. Öte yandan şu anda ben bu yazıyı kaleme alırken, Witcher 3’ten biriktirdiğim anılarım bir bir gözümün önünden geçiyorlar. Her anı parçacığı, o unutulmaz sahneleri tekrar yaşamamı sağlıyor sanki. İşte böyle hislere gebe bir oyun The Witcher 3: The Wild Hunt. Yalnızca oynamakla kalmadığınız, hayatınızın boyunca hatırlayacağınız bir oyun deneyimini iliklerinize kadar hissetmenizi sağlayacak bir baş yapıt…

The Witcher 3: Wild Hunt gelmiş geçmiş en iyi rol yapma oyunlarından birisi. Belki de tarihin en iyi oyunlarından birisi.

Witcher 1-2 ve Şimdi de 3

Hatırlarsanız Polonya menşeli oyun stüdyosu CD Projekt Red’in ilk Witcher oyunu olan The Witcher’ı ve serinin ikinci oyunu olan The Witcher 2: Assassin’s of Kings’i bitirmiş ve onlara dair deneyimlerimi ve düşüncelerimi daha önce sizinle paylaşmıştım. Eğer okumadıysanız o yazılara bir göz atmanızda fayda olacağını düşünüyorum.

İlk iki oyunda CD Projekt Red’in iyi yaptığı noktaları detaylıca incelemiştim. Hikâye anlatımı, karakter gelişimi, atmosfer, müzik, rol yapma öğeleri ve senaryo kategorilerinde ne kadar iyi oyunlar olduklarından uzun uzun bahsetmiştim. Teknik aksaklıklar, sıkıntılı mekanikler ve problemli grafiklerin ise iki oyunun eksik yönleri olduklarına değinmiştim.

Witcher 3’e geldiğimizde ise bambaşka bir tablo ile karşılaşıyoruz. Beğendiğimiz özelliklerin daha da geliştirildiğini görüyoruz. Sıkıntılı kalan yönlerin de harikulade adımlarla düzeltildiğine şahit oluyoruz. Daha ilk sahnesinden bizi bir sanat eseri olduğunu haykırıyor Witcher 3. Hem de ne haykırmak…

The Witcher 3’ün dövüş sistemi ilk iki oyundaki tüm açıkları kapatan son derece başarılı bir mekaniğe sahip. Epik düşmanlarla zorlu kapışmalara hazır olsanız iyi olur. The Witcher 3 hikayesiyle öne çıktığı kadar aksiyon dolu bölümleriyle de bağımlılık yapan bir yapım.

Unutulmaz Bir Hikâyenin Parçası Olmak

Bir kere Sezar’ın hakkı Sezar’a; ortada şahane yazılmış bir senaryo var. Ana hikayesiyle, her biri özenle yazılmış yan görevleriyle, alakalı alakasız yapılacak sayısız aktiviteleriyle ayakta alkışlanacak bir yapımla karşı karşıyayız. İlk iki oyundan çok daha büyük bir haritada koşturabildiğimiz, at sürebildiğimiz, hızlı seyahat (fast travel) ile hareket edebildiğimiz, son derece heybetli ve dinamik bir oyun Witcher 3. Bu dinamizme karşın, ağır ağır açılan, yavaş yavaş gün yüzüne çıkan bir ana hikâye ve onun etrafına bir örümcek ağı gibi işlenmiş yan görevleriyle sizi en az 150 saat gerçek hayattan alıp başka diyarlara götüren bu denli başarılı bir oyun bulmak günümüzde gerçekten çok zor. Böyle bir oyun buldunuz mu yapışın, sakın bırakmayın dostlar. Witcher 3, kesinlikle o oyunlardan birisi. Gerçek anlamda bir sanat eseri.

CD Projekt Red öyle bir taşın altına elini sokmuş ki, insan akıl sır erdiremiyor. Bu kadar ince detaylarla dolu, nakış gibi işlenmiş bir evren nasıl olur da bu kadar kusursuza yakın bir biçimde oyuncuların karşısına çıkartılabilir? Hayret-i mucip.

The Witcher 3: Wild Hunt: Blood and Wine genişleme paketinde Land of Thousand Fables isimli bir fantastik bir bölgeye gidiyorsunuz. Fazla detay vermek istemiyorum ama oynadığım en keyifli bölümlerden birisiydi diyebilirim.

Başlı Başına Oyun Olsa Yadırganmayacak Genişleme Paketleri

Witcher 3’ün ihtişamı, genişleme paketleriyle birlikte insanın çenesinin düşmesine neden olacak bir seviyeye çıkıyor. Genişleme paketlerinde yaşadıklarınız, karşınıza çıkan karakterler ve gezip dolaştığınız mekanlar bütün detaylarıyla o kadar özenle hazırlanmış ki, sanki usta bir ressamın hayat verdiği bir tablonun içerisinde dilediğinizce dolaşıyormuş gibi hissediyorsunuz.

Ana oyunun evrensel ebattaki hikayesinin yanında göreceli daha küçük ölçekte kalan ama kendi içinde büyük öneme sahip bu ek paketlerle (ki her birinin hikayesi en az 10 saat oyun süresi vadediyor), zaten iyi bir oyun olduğu aşikar Witcher 3’ün bir kademe daha yükselerek tarihin en iyi oyunlarından biri seviyesine çıktığını gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Açık ve net; Witcher 3 hayatım boyunca oynadığım en iyi oyunlardan birisi. 190 saat oynayıp bitirdiğim oyuna tekrardan başlamamak için kendimi zor tutuyorum gerçekten.

Witcher 3, size en basit konuda bile bir seçim hakkı veren ve o seçimin sonuçlarını görmenizi sağlayan sebep sonuç ilişkileri ile, her oynanışta farklı bir oyun tecrübesi sunan akıl almaz bir derinliğe sahip. Nitekim dikkatimi çeken ve beni oldukça etkileyen sıradan bir yan görevi Ekşi Sözlük’te anlatmış ve dünün en beğenilen entry’leri (debe) arasına girmeyi başarmıştım. Beu göreve benzer o kadar çok görev var ki, insan bir yerden sonra hangisini en çok beğendiğini bile unutuyor.

Oyundaki bu şahane atmosferi daha da coşturan tutku dolu müzikler ve sesler de unutulmamalı. Witcher 3 kulağa hitap etme noktasında da olağanüstü. Tek eleştirebileceğim husus (ki ne kadar eleştiri olduğu tartışılır) bu harikulade müziklerin çeşitlilik sayısının az olmasıdır. Gönül World of Warcraft’ta duymaya alıştığım her bölgeye özel, birbirinden başarılı ve farklı müzikler görmek istiyor.

Mesela Skellige bölgesinin fon müziğinin güzelliğine bakar mısınız? Yemin ediyorum açıp oyunu baştan sonra tekrar oynayasım geliyor şunu dinledikçe.

Peki ya bu duygusal şarkı için ne denebilir ki? İnsanı alıp bambaşka diyarlara götüren bir hatıra sanki…

Bir Başarı Kriteri Olarak Witcher 3

Yapımı yıllar süren, The Witcher ve The Witcher 2’de alınan dersleri mükemmel bir şekilde harmanlayan bu baş yapıt öyle büyük beğeni kazandı ki, aldığı ödülleri benim burada saymaya kelimelerim yetmez. Arzu eden bu sayfadan tek tek okuyabilir. 2015 yılında çıkan Witcher 3 (Oyunun çıkış tarihini yazının bu kadar ileri bir noktasında vermiş olmam da ilginç gerçekten) 2016 yılına gelindiğinde dünya çapında -sıkı durun- 800 ödül kazanmış bir oyun olmayı başarmıştı. Bu başarı elbette toplamda 28 milyona dayanan satış rakamı ile de perçinlenmişti.

Witcher 3’ün bu büyük başarısının ardında, oyunun mükemmelliğinin yanı sıra CD Projekt Red’in oyuncu dostu bir firma oluşu ve hiçbir zaman oyuncuyu sömürüp para kazanma odaklı kararlar almamasının yattığını düşünüyorum. Hem firma hem de oyun iyi olunca başarının doğal bir sonuç olduğunu söyleyebilirim.

Cd Projekt Red bugün Ubisoft ile birlikte Avrupa’nın en büyük iki oyun stüdyosundan biri konumuna gelmiş durumda. Hatta 2020 itibariyle Ubisoft’u geride bıraktı. Witcher 3’ün popülerliği Henry Cavill’in başrolünde olduğu Netflix dizisi ile iyice arttı ve artık Witcher evreni önü kesilemeyecek bir rüzgarı arkasına almış oldu.

Sonuç olarak her saniyesinde unutulmaz anılar biriktirdiğim Witcher 3, bileğinin hakkıyla hayatım boyunca oynadığım en iyi, en keyifli oyunlar arasındaki yerini aldı. Eğer henüz oynamadıysanız, hiç düşünmeyin ve zaten fiyatı da son derece makul olan bu oyunu alıp kendinizi bu olağanüstü deneyimin kollarına bırakın. Pişman olmayacağınızdan emin olabilirsiniz.


The Witcher evreninden biraz uzaklaşıp bir soluk almak isteyenler, Assassin’s Creed 3 incelememe göz atabilir, müthiş bir interaktif uzay draması vadeden Mass Effect 2’yi inceleyebilir, müthiş bir gelecek tasviri yapan Horizon Zero Dawn oyununa dair değerlendirmelerimi okuyabilirler.

1 Yorum

Bir Cevap Yazın