Home Eleştirel 1984 – George Orwell’in Rahatsız Edici Gerçekçilikteki Distopyası

1984 – George Orwell’in Rahatsız Edici Gerçekçilikteki Distopyası

1
11044
1984 - George Orwell'in zaman makinesine binip bugünü gördüğünü ve romanı yazdığını düşünüyorum. Aksini iddia edenle tartışabilirim. (Görsel: Youtube)

George Orwell 1948 yılında 1984 isimli romanını yazmayı bitirdiğinde, sizce kitabının 2017 yılında dahi en çok satanlar listesinde (O zamanlar böyle bir liste var mıydı acaba?) olacağını hayal etmiş midir? Bir düşünelim. Muhtemelen, 2017 yılında insanların özgürce kitap okuyabildiğini duyunca sevinirdi. Ardından da, kitabının bu kadar popüler olmasının, değindiği distopyanın eli kulağında olduğu anlamına geldiğini düşünür, irkilirdi. Bir yazarın gelecek öngörüsünün tutması sevindirici ama gelin görün ki ortada pek de sevinecek bir durum yok.

Bir kurgu olarak 1984

1984’ü ister komünizme karşı yazılmış bir eleştiri olarak görün, isterseniz de distopik bir gelecek tasviri olarak değerlendirin. Ama ne yapın edin, hakkını verin. Zamanının ötesinde bir eser yazmış George Orwell. Distopya türünün temel eserlerinden birisini ortaya çıkartmış.

Dünyanın üç süper güç tarafından yönetildiği, her birinin kendi kuralları ve propagandası ile halkını yönetim altında tuttuğu bir gelecekte geçiyor 1984. Okyanusya, Doğuasya ve Avrasya isimli devletler birbirlerine karşı üstünlük kurmanın imkânsız olduğu garip bir denge içerisindedirler. Okyanusya halkı, Parti‘nin ve Büyük Birader‘in yönetiminde yoğun bir manipülasyon ve propaganda baskısı altındadır. Halk bilgiyi devletin yayın organlarından almaktadır ama bilgi devletin istediği şekle getirilerek insanlara hap gibi verilmektedir. Yeri gelince geçmişte yaşanmış olaylar dahi Parti’nin çıkarı gözetilerek değiştirilmektedir. İnsanlar günün her saati gözetlenir ve attıkları her adım izlenir. Bunca baskıya rağmen Parti, kendi yönetimi altında halkın yaşam koşullarının daha önceki dönemlerden çok daha iyi olduğunu iddia etmektedir. Medyanın da gücünü elinde tuttuğu için kimse aksini savunamaz. Partiye koşulsuz itaat, esastır.

1984’ün olay örgüsü, bir Parti çalışanı olan Winston’ın yaşadıkları etrafından ilerler. Winston, Gerçek Bakanlığı adı verilen ve Parti’nin direktifleri doğrultusunda tarihin yeniden yazıldığı bir devlet kurumunda çalışmaktadır. Onun gözlerinden Parti’nin karmaşık düzenini ve manipülasyon tekniklerini öğreniriz.

Son derece rahatsız edici ve sonlara doğru iç bunaltıcı bir roman olan 1984, karakterlerin yaşadığı içsel çelişkileri ve Parti yönetiminin zorbalıklarını çok iyi yansıtır. Bugün tartışılan devletlerin bireyleri izlemesi, gözetlemesi ve takip etmesi gibi yöntemlerin 1948 yılında George Orwell tarafından öngörülebildiğini görmek, insanlığın gelişiminin pek de sürpriz içermediğini doğrular. “Yoksa dünya, Orwell’in çizdiği karanlığa doğru mu ilerliyor?” gibi karanlık düşüncelere sürükler. Bu da George Orwell’in ileri görüşlülüğünü ve yarattığı atmosferin tutarlılığını ortaya koyar.

1984 – George Orwell’in zaman makinesine binip bugünü gördüğünü ve romanı yazdığını düşünüyorum. Aksini iddia edenle tartışabilirim. (Görsel: Youtube)

1984 yılında bir gelecek tasviri yapmak

Orwell’in ileri görüşlü olması kadar kitabın yazıldığı dönemin gelişmeleri de 1984’ün ortaya çıkışında önemli rol oynamıştır. Ben romanı doğrudan bir sosyalizm ve hatta komünizm eleştirisi olarak nitelemek istemiyorum ama, 1984’ün içerisinde Sovyetler Birliği’ne ve Nazi Almanya’na yapılan dikkat çekici göndermeler olduğunu söyleyebilirim.

Winston’ın yaşananlara verdiği tepkiler tutarlıdır. Bu sayede kitabın yarattığı dünyanın içine girmek ve karakterlerle birlikte o evrende hava solumak mümkündür. Kitabın etkisini daha da arttıran bu durum, 1984’ün ne kadar iyi bir kitap olduğunun bir diğer göstergesidir.

1984’ü bu kadar popüler yapan duygu, insanların hissettiği gelecek kaygısıdır. Bugün sokakta karşınıza çıkan insanlara dünyanın içinde bulunduğu durum hakkında ne düşündüğünü sorsanız oldukça karamsar cevaplar alırsınız. 1984, o karamsarlıkların vücut bulmuş halidir. O yüzden onu okurken bugünü ve geleceği okuduğumuzu düşünürüz, halimize ve gitmekte olduğumuz yöne ağlarız.

Devletlerin kontrolü ellerinde tutmak adına sertleştiği bir dönemde yaşıyoruz. Bu davranışları distopik eserlere duyulan ilgiyi doğal olarak arttırıyor. Distopya türünde George Orwell’in 1984’ü ve Aldous Huxley‘in Cesur Yeni Dünya‘sı edebiyat dünyasında baş yapıt seviyesinde görülen eserlerdir.

Eğer henüz 1984’ü okumadıysanız, George Orwell’in resmettiği karanlık geleceği solumanızı öneriyorum. Bir kısmımız şu anda o gelecekte yaşadığımızı düşünüyor olabilir. Bu da insanlar üzerindeki baskının yıldırıcı boyuta geldiğinin bir ispatıdır.

Bir umut var mı sorusuna George Orwell’in cevabını 1984’ü okuyup öğrenebilirsiniz. Bana soracak olursanız, güneşin doğduğu her gün yeni bir umut demektir.

George Orwell 1984 ve Hayvan Çiftliği romanları ile saygın bir yer edindi. Yerini fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum.

Altını çizdiğim satırlar ve aldığım notlar

Benim okuduğum Can yayınları’ndna çıkan 51. baskıda çevirmen Celâl Üster’in kaleminden çıkan oldukça uzun bir önsöz vardı. Bu önsöz hem 1984  hem de George Orwell’in diğer bilinen eseri Hayvan Çiftliği hakkında çok sayıda spoiler içeriyor. Bilginiz olsun.

-Gelecek ya şimdiye benzeyecekti, ki o zaman ondan haberi bile olmayacaktı ya da şimdiden farklı olacaktı, ki o zaman da içinde bulunduğu durumun hiçbir anlamı kalmayacaktı.

-Duygularını gizlemek, aklından geçenlerin yüzüne yansımasını önlemek, herkes ne yapıyorsa onu yapmak, içgüdüsel bir tepkiydi.

-Ürkütücü bir görünümdü, çok geçmeden büyüyüp insanları yiyecek olan kaplan yavrularının oyun oynamalarına benziyordu.

-Kendi çocuklarından korkmak, otuz yaşından büyükler için neredeyse olağan bir şey olup çıkmıştı.

…canavarca bir dünyada kaybolmuş gibiydi, ama canavar kendisiydi sanki.

-İnsan, ardında tek bir iz bile, bir kâğıt parçasına karalanmış tek bir adsız sözcük bile bırakamadıktan sonra, geleceğe nasıl seslenebilirdi?

-Düşüncesuçu, ölümü gerektirmez: Düşüncesuçunun KENDİSİ ölümdür.

Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar.

-Ama hiçbir şeyi kanıtlamak mümkün değildi. Ortada hiçbir kanıt yoktu.

-…bilinçli bir biçimde bilinçsizliğe özendirmek…

Geçmiş, günü gününe, nerdeyse dakikası dakikasına güncelleniyordu. Böylelikle, Parti’nin tüm öngörülerinin ne kadar doğru olduğu belgeleriyle kanıtlanmış oluyor; günün gereksinimleriyle çelişen tüm haber ve görüşler kayıtlardan siliniyordu.

-Tek bilinen, kâğıt üzerinde bol keseden bot üretilirken, Okyanusya halkının belki de yarısının yalınayak dolaştığıydı.

-…şiirlerin çarpıtılmış biçimlerini – nihai metinler deniyordu bunlara-

Yenisöylem’in tüm amacının, düşüncenin ufkunu daraltmak olduğunu anlamıyor musun? Sonunda düşüncesuçunu tam anlamıyla olanaksız kılacağız, çünkü onu dile getirecek tek bir sözcük bile kalmayacak.

Özgürlük kavramı ortadan kaldırıldıktan sonra ‘özgürlük köleliktir’ diye bir slogan kalabilir mi?

Bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık bilinçsizliktir.

Konuşan adamın beyni değil, gırtlağıydı.

-Winston, elinde olmadan, daha dün çikolata tayınının haftada yirmi grama düşürüleceği açıklanmamış mıydı, diye geçirdi aklından. Nasıl oluyordu da, üzerinden daha yirmi dört saat geçmeden kabullenebiliyorlardı bunu?

-Bakanlıkların şu böceksi tiplerden geçilmemesi ne kadar tuhaftı: genç yaşta göbek bağlayan, kısa bacaklı, oradan oraya seğirtip duran, çipil gözlü, ablak suratlı, yerden bitme bir sürü adam. Anlaşılan, Parti’nin egemenliğinde en çok bu tipler yetişiyordu.

-Hakkını vererek sevişmek, isyan demekti. Arzu ise düşüncesuçu olarak görülüyordu.

-Bilinçleninceye kadar asla başkaldıramayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler.

Geçmiş silinmekle kalmıyor, silindiği de unutuluyor, sonunda yalan gerçek olup çıkıyordu.

-İnsanın yüzündeki her türlü anlatımı silmesi o kadar zor değildi, dahası biraz uğraşırsanız nefes alıp verişini bile denetleyebilirdiniz.

-Bir zamanlar dünyanın güneşin çevresinde döndüğüne inanmak nasıl delilik belirtisi olarak görüldüyse, şimdi de geçmişin değiştirilemeyeceğine inanmak delilik belirtisi olarak kabul ediliyordu.

-Felsefeleri, yalnızca yaşananların geçerliliğini değil, gözler önündeki gerçekliğin varlığını da üstü kapalı olarak yadsıyordu. Sapkınlıkların sapkınlığı sağduyuydu.

-Özgürlük, iki kere iki dört eder diyebilmektir. Buna izin verilirse, arkası gelir.

-Belirsiz bir gerçeği ve apaçık bir saçmalığı…

Yalnızca küçük ikramiyeler ödeniyordu, büyük ikramiyeleri kazananlar ise gerçekte var olmayan kişilerdi.

-İnsan, tarihi kitaplardan öğrenemediği gibi mimariden de öğrenemiyordu.

-Sizi götürmek için geceleri gelirlerdi, her zaman geceleri.

-Gerilimli anlarda insanın bir dış düşmana karşı değil de, hep kendi bedenine karşı savaştığını fark ediyordu.

-…yaşam her an açlığa, soğuğa, uykusuzluğa, mide buruntusuna ya da diş ağrısına karşı verilen bir savaşımdı.

-“Bir gün karanlığın olmadığı bir yerde buluşacağız,” demişti O’Brien. …Karanlığın olmadığı yer, düşlenen gelecekti; hiçbir zaman göremeyeceğimiz, ama belli belirsiz de olsa paylaşabileceğimizi sezdiğimiz gelecek.

-Savaş barıştır. Özgürlük köleliktir. Cahillik güçtür.

-İnsanların duygularını yüzlerinden belli etmemeleri neredeyse içgüdüsel denebilecek bir alışkanlık olmuştu.

Satrançta mat olmuşken hamle yapmaya çalışmak gibi bir şeydi.

-Küçük kurallara uyarsan, büyük kuralları çiğneyebilirdin.

-Bu şarkıların sözleri, güfteyazar denen bir aygıt tarafından insan eli değmeden yazılıyordu.

-Her gün, her saat hayata dört elle sarılmak, gelecekten yoksun olduğunu bile bile günübirlik yaşamayı sürdürmek, tıpkı hava olduğu sürece nefes almayı bırakmamak gibi karşı konulmaz bir içgüdüydü.

-Çünkü boş vakit ve güvenlik herkesçe paylaşıldığında, yoksulluğun serseme çevirdiği geniş kitleler okuryazar olacak, kendi başına düşünmeyi öğrenecek, o zaman da hiçbir işe yaramadığını sonunda fark ettiği ayrıcalıklı azınlığı ortadan kaldıracaktı.

-Sorun, dünyanın gerçek zenginliğini artırmadan sanayinin çarklarının nasıl döndürüleceğiydi.

Savaşın asıl yaptığı, yok etmektir; ama ille de insanları yok etmesi gerekmez, insan emeğinin ürünlerini de yok eder.

-Yine de bir zamanlar, savaş, insan toplumlarının somut gerçeklikle sürekli ilişkide tutulmasını sağlayan başlıca araçlardan biriydi.

-Savaş her egemen kesim tarafından kendi uyruklarına karşı verilmektedir ve savaşın amacı toprak ele geçirmek ya da toprak yitirmeyi önlemek değil, toplum yapısının hiç değişmeden sürmesini sağlamaktır.

-Gerçekten sürekli olacak bir barış, sürekli bir savaşla aynı kapıya çıkardı.

-En iyi kitaplar insana zaten bildiklerini söyleyen kitaplardır, diye geçirdi aklından.

-Saptandıkları zaman kesin ölüm demek olan düşünceler ve davranışlar resmi olarak yasaklanmamıştır ve ardı arası kesilmeyen temizlikler, tutuklamalar, işkenceler, hapse atmalar ve buharlaştırmalar gerçekten suç işlemiş olan kişileri cezalandırmak için değil, ileride suç işleyebileceği düşünülen kişileri yok etmek amacıyla uygulanır.

-Tüm eski oligarşiler ya katılaştığı ya da yumuşadığı için yıkılmıştır.

Çünkü yönetmenin sırrı, bir yandan kendinin yanılmazlığına inanırken, bir yandan da geçmişteki hatalardan ders çıkarabilmektedir.

-İtiraf bir formalite olmasına karşın, işkence gerçekti.

-İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de.

Eski despotluklar, “Şunu yapmayacaksın, bunu yapmayacaksın” diye buyuruyordu. Totaliterler, “Şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın” diye dayatıyorlardı. Biz ise, insanlara “Sen aslında şusun, aslında şöyle düşünüyorsun, şuna inanıyorsun” diye bastırıyoruz.

-Sıkıp içini boşalttıktan sonra, içine kendimizi dolduracağız.

-Boşlukta bir yer kaplıyorum. Başka hiçbir somut nesne benimle aynı anda aynı yeri kaplayamaz.

-Parti, iktidarı, kendi çıkarları için değil, çoğunluğun iyiliği için istiyordu.

-Parti, zayıfların ebedi koruyucusu, iyilik olsun diye kötülük eden, başkalarının mutluluğu uğruna kendi mutluluğundan vazgeçen, bu yola baş koymuş bir mezhepti.

Kimse devrimi korumak için diktatörlük kurmaz; diktatörlük kurmak için devrim yapar.

Hükmetmek, insanların zihinlerini darmadağın etmek, sonra da dilediğin gibi yeniden biçimlendirerek bir araya getirmekle olur.

-Merak diye bir şey, yaşama sevinci diye bir şey olmayacak.

-Geleceğin resmini görmek istiyorsan, bir insan yüzüne basmış bir postal getir gözlerinin önüne, sonsuza dek.

Hayatında ilk kez, bir şeyi gizli tutmak istiyorsan onu kendinden de gizlemen gerektiğini anlıyordu.

Birçok suç ve hatayı işlemeye olanak bulamayacaktı, çünkü o suç ve hataların bir adı olmadığından onları düşünmek bile mümkün olmayacaktı.

************************************************************************

Künye

Kitabın Adı: 1984
Yazarı: George Orwell
Çeviri: Celâl Üster
Yayınevi: Can Sanat Yayınları

Kitabı satın alabileceğiniz bir kaç adres:

Kitapyurdu

Hepsiburada

D&R

idefix

 

1 COMMENT

Bir Cevap Yazın