Netflix Bu Günlere Nasıl Geldi?
Netflix‘in geçirmiş olduğu değişimleri ve gelmiş olduğu noktayı gördükçe, bir teknoloji firmasının hayatta kalmak için yaşayan bir organizma gibi operasyonel çeşitlilik sağlamasının önemini bir kez daha anlıyorum. Netflix, 1997 yılında kurulduğunda posta ile DVD gönderen bir firmaydı. 2007 yılında internet üzerinden yayın (streaming) işine girdiler. 2013 yılına geldiğimizde kendi içeriğini kendi üreten bir prodüksiyon firması oldular. Teknolojik gelişmelere ve kullanıcı yönelimlerine verdikleri reaksiyon tam anlamıyla takdire şayan.
Netflix’in kendi prodüksiyon ekibinden çıkan ve beğenerek izlediğim yapımlar arasında; zamanda yolculuk temalı bir bilimkurgu filmi olan ARQ, tam bir politik drama başyapıtı olan House of Cards dizisi, 80’lerden çıkıp gelen Stephen King romanı esintili bilimkurgu-gerilim dizisi Stranger Things, Jessica Jones ve Daredevil gibi Marvel karakterlerinin bağımsız dizileri bulunmakta.
Kendi içlerinde çok tutarlı bir yayın politikaları var ve bunu genişleterek devam ediyorlar. Netflix Türkiye’nin çıktığı günden beri üyesiyim. Bazı zamanlar “boşu boşuna para veriyorum” dediğim olmuyor değil. Ama öyle zamanlar oluyor ki, bu kadar basit bir arayüz ile bu kadar geniş bir arşive ulaşmak beni mest ediyor. “Helal olsun verdiğim paralara!” diyorum. Böyle garip bir sevgi-nefret ilişkimiz var kendisiyle.
Bu yazıdaki amacım Netflix övmek değildi. Konu nasıl buralara geldi bilemiyorum. Asıl hedefim Netflix prodüksiyon ekibinin elinden çıkmış bilimkurgu filmi Spectral’ı anlatmaktı. Biraz hızlandırılmış “Netflix nedir, ne değildir?” özeti gibi oldu, hayrını görün artık.
Netflix Bilimkurguyu Sevdi
İç savaşın kıyısındaki Moldova’ya askeri destek için giden Amerikan askerleri esrarengiz bir şekilde öldürülmeye başlar. Anlam verilemeyen bu ölümleri araştırması ve mantıklı bir çözüm üretmesi için DARPA (Defense Advanced Research Projects Agency) mühendisi Dr. Mark Clyne (James Badge Dale) birliğe katılır. Olaylar hiç de umdukları gibi gelişmez ve kendilerini çok taraflı bir ölüm kalım savaşının içinde, anlam veremedikleri bir düşmanla savaşırken bulurlar.
Spectral’ın konusu bu. Kendini izleten, yavaş yavaş gelişen bir bilimkurgu filmi. Yönetmen Nic Mathieu daha önce duymadığımız bir isim. Netflix’in yeni yönetmenleri sinema dünyasına kazandırmasını çok doğru buluyorum. Hollywood bünyesinde şans bulamayacak kişiler için Netflix projeleri kendilerini gösterebilmeleri için iyi bir fırsat. Nic Mathieu filmde savaş psikolojisini iyi vermiş. Filmin kurgusu bazı klişelerden beslense ve ilerleyebilmek için “Deus Ex Machina”ya başvurmuş olsa da, kesinlikle sizi sıkmayacak bir yapım var karşımızda.
ARQ sonrası bir başka bilimkurgu filminden daha vasat üstü bir performans ile çıkmış olması, Netflix’in bu işi öğrenmeye başladığını gösteriyor. Bu filmlerde sinemaseverlerin aşina olduğu oyuncuları kullanıyor oluşları da artı bir puan. Netflix ve benzeri içerik üreten firmaların çoğalması bağımsız film ve dizilerin sayısında azımsanmayacak bir artışa neden olacaktır. Bu da biz sinemaseverler için çeşitliliğin artması demektir. Benim bu duruma hiç itirazım yok. Gönderin gelsin.
James Badge Dale, Max Martini, Emily Mortimer ve Bruce Greenwood filmin başrolünde yer alan tanınmış isimler. Yeni bir yönetmen, iyi oyuncular, ortalama üstü bir hikaye, yer yer iç sıkan basitlikte kurgu ama kesinlikle baymayan bir bilimkurgu filmi. Ben tatmin oldum. Vaktiniz varsa ve sizi içinde bulunduğunuz ruh halinden 107 dakikalığına ayıracak bir yapım arıyorsanız Spectral fena bir seçenek olmayacaktır.
Ufuk’un Notu: 6.5/10