Wes Anderson, çalışmalarını takip etmekten büyük keyif aldığım bir yönetmen. Isle of Dogs öncesi uzun metraj son filmi olan 2014 yapımı The Grand Budapest Hotel’in renk paleti ve akıl almaz sanat ve görüntü yönetmenliği gözümün önünden asla gitmez. Alametifarikası kamera açıları, tek çekim sekansları ve stop-motion filmleri ile kendine has tarzını beyinlerimize kodlayan enteresan bir yaratıcılığı vardır. Kimsenin üzerine eğilmeye tenezzül etmeyeceği konulardan unutulmaz filmler çeker. Hindistan’da geçen bir yol hikayesi olan 2007 tarihli The Darjeeling Limited bu filmlerinden birisidir mesela.
2014 yılında The Grand Budapest Hotel’de sinema salonlarına konuk olan Wes Anderson, uzun süreli suskunluğunu senaryosunu yazıp, yönetmen koltuğuna oturduğu ve bir de yapımcılığını üstlendiği Isle of Dogs ile 2018 yılında bozdu. Stop-motion tekniğiyle çekilmiş bir animasyon filmi olan Isle of Dogs, Wes Anderson’un aykırı yaklaşımını sonuna kadar ortaya koyan, absürt mü absürt, bir o kadar da candan bir film.
Isle of Dogs: Wes Anderson’dan Distopik Bir Japonya Tasviri
Isle of Dogs, distopik bir yakın zaman Japonyasında köpeklerde ortaya çıkan ve insanlara geçme riski bulunan bir virüsü bahane göstererek Megasaki City valisi Kenji Kobayashi’nin ani bir kararla tüm köpek nüfusunu şehirden uzaklaştırılıp Trash Island isimli bir adaya göndermesi ve akabininde yaşanan gelişmeleri konu alıyor. Şu kısa açıklamadan bile ne kadar acayip bir film ile karşı karşıya olduğumuzu anlamışsınızdır: Köpekler, yakın gelecek distopik Japonyası, stop-motion tekniği, Wes Anderson…
Wes Anderson’un stop-motion filmlerinde efsanevi oyuncu kadroları ile çalışmasına alışığız. Isle of Dogs için de Şampiyonlar Ligi ayarında bir kadro kurmayı başarmış usta yönetmen. Bryan Cranston, Edward Norton, Bill Murray, Jeff Goldblum, Scarlett Johansson, Tilda Swinton, Ken Watanabe gibi her biri tek başına bir filmi sırtında taşıyabilecek isimler seslendirme ekibinde yer almışlar.
Isle of Dogs, Wes Anderson severlerin beğeniyle izleyeceği bir film. Onun hikâye anlatımını seven, karakterler arası yer yer donuklaşan yer yer derinleşen, sürekli bir gel-git havasında ilerleyen ilişkileri görmeye alışık seyirciler aradıklarını fazlasıyla bulacaklardır. Fakat, eğer Isle of Dogs sizin Wes Anderson filmografisiyle ilk tanışmanız olacaksa bol şans diliyorum. “Ben ne izliyorum böyle?” diye düşünürken bulabilirsiniz kendinizi. Bu kadar aşırı uç bir filmin Wes Anderson skalası için bile anlaşılması zor bir yapım olduğunu kabul etmek gerekiyor. Isle of Dogs’a bu bilinçle bakmak lazım.
Wes Anderson stop-motion animasyon işini dünyada en iyi kotaran yönetmenlerden birisi. Isle of Dogs özelinde teknik ve uygulama gerçekten harika. Japon kültürüne ait ögelerin ve Japon karakterlerin filme başarılı bir şekilde yedirilmiş olduğunu görebiliyoruz. Son derece yerinde müzik tercihleri ve usta işi ses miksajı ile birleşince Wes Anderson’dan beklediğimiz kalitede bir film çıkıyor karşımıza. Bu yerinde uygulamalar en iyi film müziği ve en iyi animasyon dallarında iki Oscar adaylığı getirdi Isle of Dogs’a.
Wes Anderson’u Anlayamamak
Yalnız filmle ilgili benim en ciddi eleştirim senaryo ve hikâye üzerine olacaktır. Başından sonuna bir türlü içine giremedim ben hikâyenin. Karakterlerle tüm zorlamama rağmen duygusal bağ kuramadığım gibi, kurgu ve hikâye akışı benim nazarımda akıp gitmedi. Filmin bir animasyon oluşu, Wes Anderson’un sinematografik yeteneklerinin de tam olarak seyirciye yansımasını engellemiş gibi hissettim. Yani The Grand Budapest Hotel ya da The Darjeeling Limited filmlerinde olduğu gibi seyretmesi göze hoş gelen doğa manzaraları ya da sahneler bulamadığımdan olsa gerek, Isle of Dogs benimle bütünleşmekte ve sürükleyici olmakta biraz sıkıntı çıktı. Belki sorun filmde değil bendedir…
Bu Wes Anderson sineması için soru işareti yaratabilecek bir duruma işaret ediyor olabilir. Acaba Wes Anderson senaryoya yoğunlaşmaktan çok yönetmenliğe, tamamiyle mutfağı yönetmeye mi odaklansa? Senaryo konusunda biraz daha destek alıp, daha sürükleyici ve merak uyandırıcı konulara mı yönelse acaba?
Bu anlamda bir sonraki filmi olan The French Dispatch‘ten oldukça umutlu olduğumu itiraf etmeliyim. Yine muazzam bir kadro, fragmandan görebildiğimiz kadarıyla bol katmanlı bir hikayede, her yerinden “Ben bir Wes Anderson filmiyim,” diye bağıran sanat yönetimi ile Isle of Dogs’ta bulmakta zorlandığım o duygusal bağı bulabileceğimi umuyorum.
Wes Anderson severek takip ettiğim ve her yeni filmini izlemeye çalıştığım birkaç yönetmenden birisidir. Isle of Dogs en iyi filmi olmayabilir ama onun filmlerini seven kişilerin beğeniyle takip edeceği bir yapım. Eleştirilerimin daha çok filmin yarattığı beklentiye hikaye ve senaryo anlamında karşılık verememesi noktasında toplandığının farkındayım. Yoksa Wes Anderson’un The Grand Budapest Hotel sonrası yıllardır üzerine çalıştığı filmin tam olarak da bu olduğuna eminim. Tek problem, seyircilerin tam olarak istediğinin bu olup olmadığı.