Birçoğumuzun başlıkta yazdığım kısır döngünde sıkışıp kaldığını, etki alanından çıkamadığı Covid-19 kara deliğinin ufuk çizgisinde son sürat dönüp durduğunu tahmin ediyorum. Hatta kafasını biraz kaldırıp Covid-19’un dışında da bir hayat olabileceğine dair kalplerinde umut tomurcukları yeşerenlerin, cep telefonlarına gelen yeni bir bildirim ile bodoslama Covid-19 çekim alanına geri döndüğünden de adım gibi eminim. Gün içinde bu gidip gelmeleri kaç kere yaşadığınız, kuvvetle muhtemel cep telefonunuzdaki sosyal medya aplikasyonlarının ve dahil olduğunuz WhatsApp gruplarının sayılarına bağlı olarak değişiklik gösterecektir. Doğru mu? Doğru.
İlk günlerde Çin’de ortaya çıkan ve o dönem birçoğumuzun gözünde Süper Lig’deki top toplayıcı çocukların maç kondisyonundan bile önemsiz bir gelişmesinin, yavaş yavaş ana haber bültenlerimizde üst sıralara ilerleyişi ile içimizde bir endişe canavarının usul usul büyüdüğünü fark etmeye başladık hatırlarsanız. Bu endişe canavarının ortaya çıkışının temel nedeni, en insani duygularımızdan birinin fırsat bu fırsat deyip çok lazımmış gibi vücudumuzda ve aklımızda kontrolü ele geçirmek üzere bir darbe girişimi başlatmasıydı. Bu bencil duygu, bilinmezliğe karşı duyduğumuz korkudan başkası değildi elbette.
Çin Seddi’ni sırıkla atladıktan çok kısa bir süre sonra pasaportunda giriş vizesi için damga vurulacak boş yer kalmayan Covid-19, öyle hızlı bir şekilde bizleri esir aldı ki, Kadıköy-Pendik minibüsleri gece 12’den sonra tarihleri boyunca o kadar süratli gitmemişlerdir. Doğal olarak hiçbirimiz buna hazırlıklı değildik. Manikür randevumuz ne olacaktı? Maskeyi boyacılar boya yaparken profesyonel görünmek için takardı, bizim neyimizeydi şimdi?
İlk başlarda güldük eğlendik ama işin hiç komik bir yanının olmadığını anlamamızla çabucak toparlandık fark ettiyseniz. O günlerde, bilinmezliğe karşı duyduğumuz korku, yerini -çocukları pistten alalım- “işte şimdi boku yedik,” korkusuna bırakmaya başladı. Göremediğimiz ve nereden saldıracağını bilemediğimiz bu düşmana karşı cephanemiz kısıtlıydı. Yani Godzilla şehre doğru dans ederek ilerliyordu ve bizim su tabancalarımızın pek etkisi olmayacağını net bir biçimde görebiliyorduk.
Buraya kadar fikir ayrılığımız yoktur diye düşünüyorum ve arttırıyorum:
Bugünkü hayatımızı düşük bütçeyle çekilmiş, bayağı kötü kurgulanmış, Gerçek Kesit’ten fırlamış oyuncuların görev aldığı ve mantıksızlıklarla dolu bir bilim kurgu filmine benzetebiliriz pekâlâ. Gerçek olsa para vermeye kıyamaz, ya korsanını indirirdik ya da her yerinde bahis reklamı fırlayan birbirinin kopyası sitelerden birinde izlerdik desem durumu net bir biçimde açıklamış olurum sanırım.
Covid-19: Kapalı Sandığımız Köşeden Yediğimiz Gol
Virüsü bir gecede ortadan kaldıramayacağımızı anlayıp, evlerimize kapanmak, sosyal mesafe kuralları koymak ve maskeler, eldivenler takmak şeklinde ilerleyen çaresizlikten türeyen davranışlarımız doğal olarak yaşantılarımızı derinden sarstı. Bu tecrübeye bakarak bir uzaylı istilasının gerçekleşmesi durumunda ayvayı yiyeceğimizi çok net söyleyebiliriz.
Her şeye rağmen, büyük fedakârlık gösteren sağlık ve kamu çalışanlarımızın üstün gayretleri ile bu virüse karşı olan savaşımızı kazanacağımıza olan inancımız tam (uzaylı konusundan emin değilim). Fakat, içinde bulunduğumuz ruh halinin normal olmadığını ama aslında bu durumumuzun son derece normal olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Anormal zamanlarda, anormal davranışlar, normal karşılanır. İlk okumada biraz karışık bir söylem gibi gelebilir ama birkaç kez okuyunca mantıklı gelecektir size de.
Öyle garip zamanlardan geçiyoruz ki anlık hislerimiz kriz anında dalgalı kurdaki para birimleri gibi bir aşağı bir yukarı gidip geliyor. Sabah kuvvetli bir motivasyonla, uykumuzu almış olmanın verdiği enerji ile kalkıyoruz ama bir de bakıyoruz; eee bu dünün tıpkısının aynısı. Hooop düşüyor enerji. Sonra kahvaltı ediyoruz, vücut şöyle bir kendine geliyor. Ardından pijamalarımızla iş başı yapmadan bir haberlere bakıyoruz, gelen bilgiler bayağı sıkıntılı. Yine ruhen dipteyiz, çok şükür. Allah aşkına gün içinde kaç kere buna dayanabiliriz ki?
Covid-19 Dönemi Stres Kaynağı Bir Eylem: Markete Gitmek
Bir kez daha Allah şu zor dönemde sağlık çalışanlarımıza güç, kuvvet ve sabır versin. Ölümle yaşam arasındaki ince çizgide yürüyen insanlara tanıklık ediyorlar her gün. Toplumun geri kalanının genel geçer sıkıntıları o kadar anlamsız ki onların, hastaların ve hasta yakınlarının yanında… Ama yine de kendi basit endişelerimizi kontrol etmekte zorlanıyoruz değil mi? Bizden daha zor durumda olanları bildiğimiz halde kendi durumumuz bizi esir alıyor. Niye böyle ki?
Markete gitmek sağdan sağdan vuran baş ağrılarına neden olan son derece stresli bir eylem haline gelmiş durumda mesela. Covid-19 öncesi 15 dakikayken Covid-19 sonrası ortalama 3,5 saat süren markete gitme ve gelme sürecinin başından sonuna bizi bir kamera ile kayıt altına alsalar, sarhoş ya da zır deli gibi hareket ettiğimizi görmez miyiz? Maske, eldiven, temizlik jeli, kolonyalı mendil kullanımları arasında reyonlar, raflar arasında dolaşırken kimseye temas etmeden, Uludağ’da kayıyormuşçasına manevralar yaparak ürün alma, alışveriş arabasına fazla temas etmeden yerleştirme, kasaya gitme, eve gelme, tüm poşetleri çöpe atıp, paketten yeni çıkardığımız temizlik jelini kolonyalı mendille silecek kadar psikopata bağladığımız bir eylemden bahsediyorum. Akıl almaz değil mi? Hatırladıkça sinirden gülesi geliyor insanın.
Yani anlayacağınız, yaşadığınız duygusal gidiş-gelişler çok normal. Herkes aynı şeyi yaşıyor. Fakat bazıları biraz daha disiplinli, belki de vurdumduymaz olduğu için süreci daha stabil atlatabiliyor. Farkında olmadan risk alıyor da olabilir. Bence buradaki önemli unsur, alabileceğin tüm önlemleri aldıktan sonra olağan hayatımızı elimizden geldiğince devam ettirmeye, yeni toplumsal kurallar ve gereklilikler ölçeğinde yaşamı sürdürmeye çabalamak, asla hayattan kopmamak. Spor yapmak için mutlaka sokağa çıkmak gerekmiyor örneğin. Ya da yeni bir dil öğrenmek için yıllardır yaratamadığımız o boş vakti bir kısmımız bu aralar bulmuş olmalıyız diye düşünüyorum. O biriktirdiğimiz diziler de artık biter herhalde. Yazamadığımız yazılar, bitirmemizi bekleyen projeler gibi vakit ayıramadığımız birçok konuya yoğunlaşabiliriz bu dönemde. Bence düşüncelerimizi bu noktaya odaklarsak, Covid-19’un hayatımızda yarattığı bu kırılmaları bir fırsata dönüştürebiliriz. Biliyorum zor ama mümkün. Birileri yapıyor çünkü bunu (ben değil).
Kendimden örnek vereyim (sıkı durun); ben bir halt yapamadım bu süreçte. Hedeflerim doğrultusunda kendime koyduğum günlük ödevleri de yapamadım. Tam bir kayıp zaman. Bakıyorum geçen süreye, üç kitap yazarmışım çok rahat (yuh!). Tamam abarttım, birkaç öykü çıkardı en azından. Blog yazıları da yazabilirdim gibi hissediyorum. Bunlar yerine endişe sarmallarında, sosyal medya ağlarında ya da bilgisayar oyunlarında vakit geçirmeyi tercih ettim. Yine de hiçbir şey için geç değil. Zararın neresinden dönersem kârdır.
Kendimizi kırmızı kalın fontlarla yazılmış “son dakika haberciliği” balonundan ve endişe sarmallarından çıkartmalıyız. Bir nefes alalım yahu! Evet Covid-19 ile yaşamaya alışmamız lazım ama zaman durmadı, kum saati akmaya devam ediyor. Bir daha geri gelmemek üzere geçip gidiyor zaman…