Bir hikâye anlatmak ve o anlattığınız hikâye sayesinde insanların hayatlarına dokunabilmek muazzam bir duygu. Bir an için anlattığınız bir hikâye ile dünyanın en ücra köşesindeki hayatlara dahi uzanabildiğinizi hayal edin. Bu hikâyeyi ister bir kitap ile, isterseniz müzik, tercihinize göre sinema, resim ya da başka bir sanat dalı ile ortaya koyabilirsiniz pekâlâ. Yöntem ve araçlar size kalmış. Yeter ki o hikâyeye bir şans verip insanlara sunun. Ben yazdığım amatör öykülere gelen olumlu geri dönüşlerde bile mutluluktan pişmiş kelle gibi sırıtıyorum çoğu zaman. Tüm dünyanın konuştuğu bir hikâye anlatabilmek nasıl muazzam bir duygudur tahmin dahi edemiyorum…
George Lucas 1977 yılında Star Wars’u çektiğinde acaba aklından neler geçiyordu. Bugünleri hayal ediyor muydu mesela? Star Wars’un ulaşacağı devasa büyüklüğü, tüm dünyanın konuştuğu destansı bir hikâye olacağını öngörmüş müydü? Dönemi için oldukça sıra dışı ve cesur bir hareketti Star Wars’u çekmek. Sanırım bunda hepimiz hemfikirizdir. Olumlu geri dönüşler geldikçe kendini kamçılayıp, öz güvenini arttırarak yoluna devam ettiğini düşünüyorum Lucas’ın. Yoksa giriştiği şey tam bir çılgınlıktı bana sorarsanız. Lucas’ın hayatı hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorsanız George Lucas: Creating an Empire belgeselini izleyebilirsiniz.
Bugün geldiğimiz noktada, Star Wars’un hayatlarımıza girişinin üzerinden kırk yılı aşkın bir süre geçmişken, George Lucas’ın yarattığı Star Wars evreninin bilinen hikayesinin sona erişine, duygusal bağ kurduğumuz ana karakterlerinin aramızdan ayrılışına tanıklık ediyoruz. George Lucas bu trenden ineli ve Star Wars’un tüm haklarını Disney’e satalı çok oldu, bunu biliyoruz. Fakat onun yarattığı bu evren bir süredir başka hikâye anlatıcılarının elinde ve biz sinemaseverlerin aklında ve kalbinde yaşamayı sürdürdü. Kimimiz son dönemde yaşananları beğendi, kimimiz geçmişe ihanet olarak gördü, kabullenemedi tüm bu olanları. Ama herkes Star Wars hikayesi üzerine düşünmeyi ve konuşmayı, yapıtlarını takip etmeyi sürdürdü.
İnsanoğlu çok enteresan gerçekten. Haya ürünü olduğunu bildiği şeylere, sanki gerçekmiş gibi duygusal bir bağ ile bağlanabiliyor. Mantığı ile onu sahiplenip, korumacı davranabiliyor. Star Wars dediğimiz kurmacadan, hayal gücü ürünü bir masaldan başka bir şey değil aslında. Fakat her birimiz onunla bambaşka bir bağ kuruyoruz ve ona özgün ve kişisel anlamlar yüklüyoruz. Yani, ekranda Darth Vader belirince hepimiz onu tüm geçmişiyle, yaptıklarıyla, söyledikleriyle değerlendiriyoruz ve kendi vicdan ve ahlak anlayışımız doğrultusunda beynimizde ve yüreğimizde bir yere koyuyoruz. Bu üzerine biraz düşününce gerçekten müthiş bir olay. Gerçek olmayan bir şey üzerine olumlu olumsuz hislere sahip olmak. Star Wars bu anlamda sinema dünyasının en unutulmaz film serilerinden birisi. İşte bu yüzden ana serinin dokuzuncu ve son filminin farklı bir anlamı var hepimiz için. Her şeyin sona erdiği film var karşımızda. Her şeyi başlatan Skywalker hikayesi kırk iki yılın ardından noktalanıyor.
The Rise of Skywalker
Çoğu kişi tarafından Disney Üçlemesi (Disney Trilogy) olarak adlandırılan seri JJ Abrams’ın yönetmenliğinde The Force Awakens ile topllayarak başlamış, Rian Johnson’ın çok tartışılan –benim de eleştirdiğim– The Last Jedi’ı ile devam etmiş ve bir kez daha JJ Abrams’a emanet edilen The Rise of the Skywalker ile son bulmuş durumda.
Üçleme olarak çekilen serinin ikinci filminde Rian Johnson’ın Star Wars evrenine dair düşüncelerinin JJ Abrams ile örtüşmediğine tanık olmuştuk. The Rise of the Skywalker ile tekrar dümene geçen Abrams, Johnson’ın farklı yöne çevirdiği gemiyi The Force Awakens hizasına getirmeye çalışmış. Bunu yapmak için filmin kurgusunda ciddi oynamalar yapmaya, hızlı geçişler ile sürekli hareket halinde bir senaryo yazmaya ve diyaloglar üzerinden anlatım yolunu seçmekten (exposition) dahi çekinmemiş. Bu sayede aksiyon ve macera filmi seven sinema izleyicisi için sürükleyici bir film ortaya çıkmış. Film bu açıdan gayet sürükleyici ve eğlenceli. Görsel olarak da başarılı bir film olduğu için hiç sıkılmadan iki buçuk saate yakın sinema salonunda zamanın nasıl geçtiğini anlamadan filmi seyredebiliyorsunuz. Bunu bir övgü olarak kenara koyalım.
Fakat JJ Abrams’ın cevaplanmamış sorulara vermeye çalıştığı yanıtlar (Kafayı gizem kavramına takmış bir insan için oldukça zor olsa gerek) ve Star Wars fan’larına yönelik sahnelerin dozunu ayarlayamaması fazla sırıtmış. Carrie Fisher’ın beklenmedik vefatı sonrası Leia’nın The Last Jedi’da kullanılmamış sahnelerinden yararlanmak durumunda kalan Abrams bu sahneleri filme yedirmekte zorlanmış. Yüksek tempolu filmde kısıtlı sürede çok şey yapmak istediği için birçok konuyu seyircinin tam olarak kabullenmesine fırsat veremeden yüzeysel geçmek zorunda kalmış. Rey’in iki filmdir bir o yöne bir bu yöne giden kayıp geçmişi, Kylo Ren’in karakter gelişimi, yan parçaların ana olay örgüsüne etkileri hep seyircinin kabullenişine bırakılmış.
Özellikle son sahnelerde karakterlerden gördüğümüz akla mantığa sığmayacak tutarsızlıktaki davranışların ve Star Wars evreni gibi fantastik bir dünyada bile görmeye alışık olmadığımız anlamsız ve mantıksız hareketlerin yüzünüzü ekşiteceğini söyleyebilirim. Star Wars için fazla eğreti davranışlar bunlar. Hiç gerek yoktu bu numaralara.
Elbette Disney gibi her sahne, her senaryo ve her karakter üzerine uzun süre kafa patlatan bir imparatorluğun bu kararları alırken dayandırdığı bazı noktalar vardır. Pazarlama stratejisi, gelir beklentisi, lobiciler, geleceğe yönelik planlar gibi birçok neden olabilir. Şu an için bunlar hakkında konuşmak zor. Sadece bu film düşünülünce rahatsız edici duran hareketler bunlar. Bunu söylemem yeterli olacaktır.
The Rise of the Skywalker ile karakterlerimizin hayatlarında da belirli bir eşiğin aşıldığına tanıklık ediyoruz. Hemen hepsinin hikayesi bir şekilde noktalanıyor ve geleceğe dair nasıl bir yol izleyeceklerini kabaca tahmin edebiliyoruz. İleriye dönelik atılan bir kaç olta ile spin-off yapımların önü de açılmış durumda. Bu anlamda Skywalker efsanesinin gerçek manada noktalandığını ve Disney’in Star Wars’un yeni yolunu çizdiğini söyleyebiliriz. Ben bu hissi aldım. Bundan sonra Disney’in Star Wars evrenindeki anlatılmamış hikayelere odaklanacağını düşünüyorum. Bu seri ve bu karakterler bir süre nadasa bırakılacaktır. (Hani bitmişti?) Konuştuğumuz firma Disney, koca 9 filmlik külliyatı “yeniden çekim” adı altında baştan bile çekebilir, hiç şaşırmam. O yüzden hep bir “ama…” olmalı kurduğumuz cümlelerimizin sonunda. (Maalesef)
Ve Son
The Rise of Skywalker ile aslında Star Wars adına biten tek şey Skywalker hikayesi. Disney gibi bir ticarethanenin Star Wars markasını bırakacağını sanmak saflık olur. Özellikle de Disney+ ile dijital yayıncılık işine giren firmanın Star Wars’un ekmeğini yemeyi sürdüreceğini biliyoruz. The Mandalorian ile bunun başlangıcını yaptılar. İlk beş bölümünü izleyip oldukça beğendiğim The Mandalorian, Star Wars’un potansiyelinin küçük bir göstergesi aslında. Rogue One ve Han Solo gibi filmler de düşünülünce Star Wars hikayesinin sinemaseverler, kitap kurtları ve dizi severler için keyifli anlar barındırmayı sürdüreceğini görebiliyoruz.
Gönül isterdi ki The Rise of the Skywalker daha kusursuz bir sinema filmi ve daha iyi bir Star Wars filmi olsaydı. Fakat JJ Abrams, the Last Jedi’ı düzeltmeye çalışmaktan iyi bir hikâye anlatmaya ve olayların derinlerine inmeye vakit bulamamış. Bu da Disney’e ders olmuş olacak ki, yeni Star Wars üçlemesi –Skywalkerlar ya da Palpatineler hakkında olmayacağını tahmin ediyoruz- Rian Johnson tarafından çekilecek gibi görünüyor. Bu konu henüz netleşmedi ve son gelişmeler olumsuza doğru dönüyormuş gibi görünüyor. Bekleyip göreceğiz. Eğer bu proje gerçekleşirse iplerin tek bir yaratıcı ekibin elinde olduğu Disney Star Wars’unun nasıl bir şey olduğunu da görmüş olacağız.
Skywalker hikayesi bu şekilde sona erdi dostlar. Çok yaşasın yeni Star Wars hikayeler…
Ufuk’un Notu: 6.5/10