Saatleri Ayarlama Enstitüsü, usta edebiyatçımız Ahmed Hamdi Tanpınar’ın 1961 yılında yayımlanan ünlü romanıdır. Kitap, Cumhuriyet’in ilanı öncesi dönemin muhafazakâr yapısını ve Cumhuriyet sonrası batılılaşma çabalarının ironi dolu resmini çizer. Ağır bir dili vardır ama akıcı üslubu sayesinde kendini rahatça okutmayı başarır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, geçtiği dönemi en ince ayrıntısına kadar bizlere yansıtır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün Teması
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde, Hayri İrdal’ın hikayesini okuruz. Yabancılaşan toplumda kendi konumunu sorgulayan İrdal, ailesi dahil herkesin farklılaşan davranışlarının ve başkalaşan arzularının arasında kalmıştır. Kafası karışan İrdal, toplumun geçirdiği keskin dönüşüme ayak uydurmakta zorlanmaktadır. O ne kadar zorlansa da tüm çevresi bu trene binmiştir bir kere. O da daha fazla kendini bu ivmelenmeden sakınamaz ve istemsizce akıntıya kapılır. Onun yaşadıklarını, alaycı, mizahi ve kimi yerde karikatürize bir dille anlatan Tanpınar, Türk Edebiyatı’ndan az görülen grotesk (grotesk tiyatrodan gelen anlatım tekniğinde trajik bir olay komedi ve hiciv unsurları üzerinden işlenir) anlatımı tercih eder. Şiirlerinde bulunan melankolik ve simgesel hava ile oldukça zıt olan grotesk dil, Tanpınar’ın doğal yazım yeteneğinin ispatıdır.
Biz okurlar, Hayri İrdal’ın başından geçenleri okurken kendimizi yer yer “Bu kadar da olmaz ki canım?” derken buluruz. Ama bu hissiyatımız kalıcı olmaz. Tanpınar’ın bu gibi yerlerde hikâyenin dizginlerini eline alıp okuyucuya nefes alacak aralığı verdiğini fark ederiz. Uyku ile uyanıklık, rüya ile gerçek arasındaki ince çizgide tam da Tanpınar’ın istediği şekilde gidip geliriz.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, geçtiği dönemi en ince ayrıntısına kadar bizlere yansıtır. Kendimizi yüz yıl öncesini anlatan bir filmin içinde gibi hissederiz. Biz okuyucular, Hayri İrdal’ın maceralarını yanı başından takip eder, olan bitenlere tanık oluruz. Buradan anlayabileceğiniz gibi 1961 yılında yayımlanmış bir kitap için oldukça sinematografik bir anlatım vardır.
Tanpınar ve Psikanaliz
Tanpınar’ın psikanalize duyduğu ilginin yansımaları kitapta genişçe yer bulur. Sigmund Freud‘dan etkilendiğini bildiğimiz Tanpınar, Hayri İrdal’ın düşünceleri ve diğer karakterlerin konuşmaları üzerinden psikanalitik değerlendirmelerde bulunur. Bunu yaparken hikâye akışını bozmamaya özen gösterir. Romanın sürükleyiciliği sekteye uğramaz. Belki de Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün başarısı da burada yatar. Tanpınar, bizi düş ile gerçek arasında zamanını dahi kestiremediğimiz bir yolculuğa çıkarır ve bunu yaparken birbirinden farklı noktalara parmak basar ama okuyucunun ilgisini daima elinde tutar.
Her bölümü farklı bir tiyatro perdesidir Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün. Bundan dolayı tiyatroya, radyo tiyatrosuna ve sinema filmine uyarlanması pratikte kolay bir eserdir ve çok sayıda uyarlaması mevcuttur. Günümüz televizyon dizilerinin tercih ettiği konuları ve hikayeleri düşününce, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün neden yeniden uyarlanmadığını anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim.
Son dönemde insanın hayal gücünün gerçek hayat ile iç içe geçtiği eserlere ilgi duyduğumdan, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün, grotesk anlatımı Cumhuriyet’in kuruluş dönemine yedirmesinden oldukça keyif aldım. Ben de Hayri İrdal’la insanların davranışlarına hayret ettim, onun olaylara verdiği tepkiler benim tepkilerim oldu. Bundan 55 yıl önce yayımlanmış bir eserin bugün bile bu şekilde değerlendirilebiliyor oluşu Tanpınar’ın yeteneğini gözler önüne sermekle kalmıyor, takdir edilmeyi sonuna kadar hak ediyor.
Elbette Tanpınar’ın bu farklı ve hiciv dolu üslubu, bazı okurları yorup, onların kafalarını karıştırabilir. Ağdalı Türkçesi, sık kullandığı alaycı, absürt dili kimisi için çekici gelmeyebilir. Absürt olayların, tarihsel bir dekor önünde anlatılıyor oluşu bazı okuyucuların kitabın içine girmesini zorlaştırabilir.
Kimilerine kitabı okumayı bitirmeden elinden bıraktıracak kadar sıkıntı yaratabilecek bu noktaları göz ardı etmiyorum. Buna rağmen, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, her kitapseverin mutlaka eserlerini okuması gereken Tanpınar’ın Türk Edebiyatı için ne kadar eşsiz bir değer olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Cumhuriyet dönemi yaşanan toplumsal değişime tuttuğu ışık ile de özeldir.
Günümüz Türk Edebiyatı denilince aklınıza gelen bir çok yazara yol göstermiş olan Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile farkını bir kez daha ortaya koymayı başarıyor.
Kitaptan Alıntılar
Kitabı okurken o kadar çok yerin altını çizmişim ki, hepsini buraya koymaya kalkarsam zaten uzun olan yazı çarşaftan hallice bir noktaya gelecekti. O yüzden aralarından seçtiğim pasajları buraya bırakacağım. Kitapla kalın.
* “Samimiyet tek başına olan iş değildir.”
* “Eski bir şapkadan ve ayakkabıdan sahibinin bütün huyunu, alışkanlıklarını, hayatındaki aksaklıkları, hatta ıstıraplarının çeşidini görmek mümkündür.”
* “Yumuşak ve uysal, merhametli, sefaleti tatmış tabiatım ikide bir işe karışıyor, lafımı kesiyor, kararlarımı değiştiriyordu.”
* “Diyebilirim ki, bizzat iyilik dahi, ancak ceza görmesi ve ayıplanması icap eden bir kötülüğün bulunmasıyla kabildir.”
* “Politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık duran kapısıdır.”
* “Günde beş vakit namaz, ramazanlarda iftar, sahur, her türlü ibadet saatle idi. Saat Allah’ı bulmanın en sağlam çaresi idi ve bu sıfatla eskilerin hayatını idare ederdi.”
* “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!”
* “Ona göre işlemeyen, kırılmış, bozulmuş bir saat hastalanmış bir insana benzerdi. Fakat ayarsız bir saatin hiçbir mazereti yoktu.”
* “Dinlemesini biliyorsun, ki bu mühim bir meziyettir. Hiçbir şeye yaramasa bile insanın boşluğunu örter, karşısındakiyle aynı seviyeye çıkarır!”
* “Modern hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder! Hem ne oluyor kuzum, kendi hayatımızı mı yaşayacağız. Yoksa ölüleri mi bekleyeceğiz?”
* “Mektep, gençlik için daima ehemmiyetlidir. Her şeyden sarfınazar o yaşlarda ömrün en azaplı meselesi olan “Ne olacağım?” sualini geciktirir.”
* “Ömrü küçük bir kuş gibi Abdüsselam Bey’in evi denilen kafeste geçmişti.”
* “Belki de bu adın sihri yüzünden bu odaya garip bir hava sinmişti. Yavaş yavaş herkes evin kaybolmuş hayatının orada toplandığına inanmıştı. Orası birikmiş ayrılıkların, üst üste yığılmış ölümlerin, hatıra ve unutulmaların odasıydı. Yaşayanlar bile orada kendi çocukluklarının, ilk gençliklerinin ölümünü seyrediyordu.”
* “…Anlamaz, anlamaz, ama herkes yine yapar. Çocuklarla konuşurken hangimiz dilimizi, sesimizi değiştirmeyiz?.. Sade çocukla değil kedi veya köpekle oynarken bile ya kendimizi onun seviyesine indirir, yahut onu kendi seviyemize çıkarırız.”
* “Hastasınız… diye kestirip attı. Psikanaliz çıktığından beri hemen herkes az çok hastadır.”
* “-Demin de dedim ya… Siz babanızı beğenmiyorsunuz… Beğenmemişsiniz.
-Aman doktor!..
-Dinleyin, dinleyin… Beğenmedikten sonra kendiniz onun yerine geçeceğiniz yerde, kendinize durmadan baba aramışsınız… Yani reşit olamamışsınız. Hep çocuk kalmışsınız! Öyle değil mi?”
* “Bakın etrafa, hep maziden şikâyet ediyoruz, hepimiz onunla meşgulüz. Onu içinden değiştirmek istiyoruz.”
* “Fakat korkmuyordum da. Olabilecek şeylerin en kötüsü olmuştu. Artık hürdüm.”
* “İçimde o zamana kadar duymadığım bir eziklik vardı. Bu korku değildi, acı değildi. Ancak kendisine ihanet eden insanların duyacağı bir azaptı.”
* “Bir ara gözüm karşıdaki aynada kendi hayalime erişti. İki yanına asılmış paltoların arasında kendi yüzümü o kadar memnun ve biçare, o kadar zelil ve her tarafa sürüklenebilir, her şeye mukavemetsiz ve her şeyden istifa etmiş gördüm ki, bir an billurun beni kusacağını, kendi suratımı ayaklarımın ucuna fırlatacağını sandım.
* “Her şeye, herkese sadece katlanıyordum. Sokağa adımımı atar atmaz, kendimi bir yığın muvazaanın, gafletin esiri görüyordum ve bulunduğum yerden, yaptığım işten gayri her yer, bana erişilmez şekilde güzel ve harikulade görünüyordu.”
* “Bunları hatırlar hatırlamaz, oraya, kahveye, az çok benden başka türlü yaşayanların, kendilerini hiç olmazsa benim gibi göz hapsinde tutmayan insanların arasına gidiyordum. Onların yanında benim de hayatım oluyor, onlarla düşünüyor, onlarla beraber yaşıyordum.”
* “Beyaz perdenin karşısında o kadar kendinden geçer, o kadar her şeyi bırakırdı ki, sonunda yaşadığı hayatla seyrettiği macerayı birbirinden ayıramaz hale gelirdi.”
* “Neden sonra anladım ki, karım, kendisini beraber seyrettiğimiz bir filmin artisti ile, Jeanne Mac Donald’la karıştırıyordu, onu kendisi sanıyordu. Birkaç gün sonra kırmızı sabahlıklarını aradı, benim süvari ceketimi bulamadığı için üzüldü. Beyaz saten tuvalet elbisesi ortada görünmüyordu, bu felakete ağladı.”
* “Kendisini bazen Jeanette Mac Donald, bazen Rosalinne Russel sanan, beni Charles Boyer ile, Clark Gable ile, William Powel ile karıştıran, bir gün evvel komşu kızını Martha Egerth’e benzettikten sonra ertesi gün pencereden, “Martha, kardeşim, nereye gidiyorsun böyle?” diye seslenen bir kadınla evlenmedinizse bu işin acayipliğini size anlatamam.”
* “Dostluğu kayıtsızlığından beterdi.”
* “Cemal Bey haysiyetli adamdı. Haysiyeti, zenginin otomobili, generalin yaveri, polisin tabancası, bekçinin düdüğü gibi daima yanı başında, daima en göze çarpar yerde idi.”
* “Nasıl ilim, dünyamızı iyiden iyiye tanıdıktan sonra diğer yıldızları hedef almışsa, Sabriye Hanım da şimdi öbür dünya ile, oradaki hayatla meşguldü.”
* “Yüzlerce, binlerce insan, orada, öbür dünya dediğimiz büyük depoda, kendi sırlarının üzerlerine kapanmış, kıskanç ve sessiz bekliyordu.”
* “Evimizdeki kıyafet inkılabı yüzünden kendi elbiselerim de satılmıştı.”
* “O zaman telaş ve azabın yerini derhal korku alıyordu. Biraz sonrası dediğimiz şeyden korkuyordum.”
* “Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz.”
* “En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.”
* “Kafamdan ancak gölgesi geçen bir düşüncenin iki dakika sonra böyle cezasını çekeceğimi nereden bilebilirdim? Biz fakirler böyleyizdir. Kader sarayında bizim işlere bakan büro hiç şaşmaz, ihmal etmez. Zihnimizden geçen en uzak, en masum ihtimallerin, sadece şiddet ile ret için düşündüğümüz şeylerin bile ceremesini öderiz.”
* “Düşünmeğe vaktim vardı. Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer… Ben zamana, kendi zamanıma çelme atmakla yaşıyordum.”
* “Sonra meydanın saatlerine baktım. Biri üç buçukta durmuştu; öbürü belki dün gecenin on birinden rötarlı bir tren gibi bugünün akşamına yetişmeğe çalışıyordu…”
* “Cemal Bey, bana düpedüz, “Aptalsın! Tedavi edilmez şekilde aptalsın! demiyordu. Sadece bu hikâyeyi on defa anlatarak beni, aptallığıma kendi içimden inandırıyordu.”
* “Hayri Beyefendi, bizim Hayri, dalgın Hayri… Ne kadar çok Hayri var. N’olur birkaçını yolda eksek. Herkes gibi ben de bir tek insan, kendim olsam.”
* “Bir kahkaha daha. Bu kahkahayı da götürmeliyim. Fakat bunu nereye asarım?”
* “Çünkü siz de anladınız ya, o zamanlar ben bütün hayatını sırtında bir kambur gibi gezdiren o biçare insanlardandım.”
* “-Psikanaliz, devrimizin en mühim keşfidir.”
Halit Ayarcı’nın sesi birdenbire diken diken oldu.
-Bırak doktor şu psikanalizi… Allah belasını versin! Biz şimdi rakı içiyoruz.
“Doktor Ramiz derhal psikanalizi bırakıyor ve hemen onun yerine ıstakozu alıyor. Doğrusunu isterseniz, on senedir, onunla beraber olduğumuz zamanlarda benim de yapmak istediğim hep bu idi. Fakat beni davet ettiği meyhanelerde, masanın üstünde psikanalizden başka ağza konacak doğru dürüst bir şey bulunmazdı.”
* “…Birdenbire masanın üstündeki barbunyalar dikkatini çekti. Ben biraz bekleyebilirdim. Fakat barbunyalar bekleyemezdi. Onlar beklerlerse soğurlardı.”
* ” Beni sevmişti. Ben bu teveccühün, iltifatın altında üç santim kadar döşeme tahtasına gömüldüm.”
* ” Hakikaten evime gitmek istiyordum artık. Benim olmayan bu hayattan, bu eğlencelerden yorulmuştum. Evime, bana ve benim olan şeylerin arasına, ıstıraplarıma, yoksulluğuma dönmek istiyordum.”
* “Darılmayın ama sizin insan ve hayat tecrübeniz hiç yok. Siz harbe girmeden mağlup olmuş bir orduya benziyorsunuz… Teknenin üstüne çıkacağınız yerde altında kalmışsınız.”
* “Newton başına düşen elmayı, elma olmak haysiyetiyle mütalaa etseydi belki çürümüş diye atabilirdi. Fakat o böyle yapmadı. Şu elmadan nasıl istifade edebilirim?… diye kendine sordu.”
* ” Hayat yürüyor, Hayri Bey… Siz kelimelerle zehirlenin durun, hayat her gün yeni bir şey keşfediyor.”
* “Bir işim vardı, fakat yapacağım iş yoktu.”
* “Ayar saniyenin peşinde koşmaktır…”
* ” Ben ilk uçuşunu yapan kırlangıç yavrusu gibi korka korka lafa karıştım.”
* ” Herhangi bir şeyi mantığın dışına çıkarmamız için ona biraz dikkat etmemiz kafidir.”
* “İnsan, her şeyden evvel iştir, iş ise zamandır.”
* “Ben bir iki günah keçisi almak niyetindeyim. Biliyorsunuz değil mi? Eski Yahudiler her sene çöle günahlarını yükledikleri bir keçi salarlarmış. Biz de icabında öyle yapacağız.”
* “Korkuyu bütün ömrümce tatmıştım, o yılanı gayet iyi bilirdim. Bir kere içimize yerleşti mi bulandırmayacağı hiçbir şey yoktu.”
* ” Şurası var ki bazı insanlar, hakikatin ışığı kendilerinde mevcut olarak doğuyorlar.”
* “Kendinden başka herkesi haklı bulan insan kavga eder mi hiç?”
* “Bir harekette başlangıçtaki hızı tutmak, onu yaratmak kadar mühimdir.”
* “O insanları maşa ile tutmağa, gizli ve kirli dizginlerle idare etmeğe ve küçük kuyruk darbeleriyle zehirlemeğe alışıktı.”
* “Tecrübe sahibi demek, yıpratılmış olmak, muayyen hudutta ve muayyen fikirlerde donmuş olmak demektir.”
* “Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir.”
* “Elbette birinden biri iyi gelecek ve ben de etrafımdakilere benzeyecektim. Muhakkak benzemeliydim. Benzemezsem yaşamak çok güçtü.”
* “-Doktor eğlenmesini biliyor, dedi. O sizin gibi değil. Siz her girdiğiniz yerde, evvela nelerden iğrenebilirim, nelerden azap çekebilirim, diye etrafınıza bakıyor, ondan sonra da hep burnunuzun altına bir tutam ısırgan otu asmışlar gibi silkine silkine dolaşıyorsunuz…”
* “-Aziz dostum, siz şifa kabul etmez bir gayrimemnunsunuz…”
* “Hayatta uğradığımız bütün güçlükler az çok kafamıza gelen ilk fikirden bir türlü silkinip çıkamayışımız yüzünden değil midir?”
* “İş insanı temizliyor, güzelleştiriyor, kendisi yapıyor, etrafıyla arasında bir yığın münasebet kuruyordu. Fakat iş aynı zamanda insanı zapt ediyordu. Ne kadar abes ve manasız olursa olsun bir işin mesuliyetini alan ve benimseyen adam, ister istemez onun dairesinden çıkmıyor, onun mahpusu oluyordu. İnsan kaderinin ve tarihinin büyük sırrı burada idi.”
Kitabı satın alabileceğiniz bir kaç adres:
[…] sizler de muzdarip olduğunuzu düşünüyorsanız, gelin beraber bir dernek kuralım. Bunu Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi bir girişim olarak düşünün lütfen. Ne varız, ne yokuz. (Rica ediyorum kimse bunu […]
[…] Orwell’in distopik eseri 1984 incelememe göz atabilir, Tanpınar’ın unutulmaz eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü‘nün büyüsüne kendinizi kaptırabilir ya da Oğuz Atay’ın büyük eseri […]