Not: Aşağıda okuyacağınız öyküyü ilk olarak Ekşisözlük’te paylaşmıştım.
Milli takım kampında ağızları bıçak açmıyordu. En büyük gürültüyü uğultuyla esip camlara vuran rüzgar yapıyordu. Futbolcuların özgüveni Hırvatistan maçı sonrası yerlerde sürünüyordu. Tüm ekibin isteksiz ve kötü futbolu takımın havasını değiştirmişti.
Ozan Tufan, hakkında çıkan haberlerden, karikatürlerden ağlama krizine girmişti. Fatih Terim üç kez onu yanına çağırıp psikolojisini düzeltmeye çalışmış ama genç futbolcunun ruh halinde bir değişim olmamıştı.
Fatih Terim bu tarz malubiyetlerin ekip üzerinde ters psikoloji yaratıp, daha çok savaşan daha çok mücadele eden bir havaya bürünmesine neden olabileceğini de biliyordu. Sıkıntı şuydu ki, o da kendine güvenini kaybetmişti. Şampiyonaya getirdiği kadronun gerekli taktiksel varyasyonları yapabileceği kilit çok yönlü oyunculardan yoksun olduğunu çok geç fark etmişti. Hem İspanya’nın hem de Çek’lerin Türkiye’yi yenebileceğini, 0 puan ile Fransa’da dönme riski ile karşı karşıya olduklarını anlamıştı. Bir şeyler yapılması gerekiyordu ve bunu yapması gereken de kendisiydi.
Arda Turan odasında dinleniyordu. Oda arkadaşı Yunus Mallı telefonu ile oynarken, Arda televizyonda birşeyler izleyip kafasını dağıtmaya çalışıyordu. Tüm sosyal medyada ve ekşi sözlük gibi mecralardaki kendisi hakkındaki yorumları okumuştu. Hakkındaki ağır eleştiriler yapan, küfür eden herkesi mahkemeye vermek istedi. Son dönemde çok karşılaşılan bu durumu bilinç altının kendi başarısız performansını ört pas etmek için kullanmak istediğini biliyordu. Sonra vazgeçti. “En iyi cevabı sahada performansım ile vermem gerekiyor,” dedi sesli bir şekilde. Sesinin çıktığını ve Yunus’un bunu duyduğunu anlayınca kendisine garip bir şekilde bakan Yunus’a dönüp konuşmaya başladı.
-“Kafa dolu abi. Henüz delirmedim ama İspanya maçı sonrası söz veremiyorum”.
“Sakin ol Arda abi. Barcelona’da top oynayan adamsın. Milli takımın kaptanısın. Yorumları çok takma,” dedi Yunus. Arda’yı teselli etmeye çalışırken kendini de teselli ettiğinin farkında olmadan.
“O kadar kolay değil işte o. Adam “reklamlar çıksa da Arda’yı oynarken görsek” yazmış. Allah belamı verseydi de oynamasaydım reklamda. Ne olay oldu ya!” diyerek tepkisini göstererek devam etti. “Evet kötü oynadım kabul ediyorum da bu kadar yerin dibine sokulmaz insan.”
Yunus genç yaşına rağmen kendisinden beklenmeyek bir olgunluk göstererek Arda’ya cevap verdi. “Abi Zidane kafa attı, kırmızı yedi en kral olduğu dönemde. Baggio penaltıyı auta attı. En bombası, maçın son anlarında Cech’in o topu elinden kaçıracağını kim bilebilirdi. Selçuk abi 45 metreden Galatasaray’a gol attı ya! Futbol bu. Bir sonraki maç hem de İspanya’ya karşı çıkar aslanlar gibi oynarsın, herkes alır cevabını.”
Arda’nın morali biraz düzelmişti. Beynindeki hücrelerde üretim olumsuz düşüncelerden daha olumlu düşüncelere kaydıkça kendine gelmeye başladığını hissetti.
“Evet lan haklısın. Rakitiç biraz hırpaladı beni ilk maç. Hazırlıksız kaldım nasıl olduysa. İspanya’ya karşı çok daha iyi oynayacağım abi bak görürsün,” diyerek hem Yunus’a cevap veriyor hem de kafasındaki kara bulutları dağıtıyordu.
Tam o sırada Yunus’un telefonuna mesaj sesi geldi. Mesajı atan Fatih Terim’di.
-Nasıl gidiyor Yunus? Arda yumuşadı mı?
-Evet hocam. Şu an daha iyi.
-Tamam güzel. Haberleşiriz tekrar.
Faith Terim, Yunus’a attığı mesajdan sonra sırasıyla Hakan Çalhanoğlu’nun oda arkadaşı Semih’e, Volkan Babacan’ın oda arkadaşı Onur Kıvrak’a, Cenk Tosun’un oda arkadaşı Şener’e, Ozan Tufan’ın oda arkadaşı Volkan Şen’e verdiği talimatın meyve verip vermediğini teyid ettirdi. İspanya maçı öncesi oyuncuları kendi kendilerine motive ettirme noktasındaki planı işliyordu.
İspanya maçının taktiği konuşmak için tüm oyuncular konferans salonuna çağrıldı. Futbolcular teker teker içeri girerken, Fatih Terim, Tuncay Şanlı, Nihat Kahveci ve Tümer Metin hazır bulunuyorlardı. Herkesin salonda olduğundan emin olduktan sonra Fatih Terim öne çıktı.
“Beyler, burası havasız sanki hadi gelin dışarı çıkalım,” dedi. Dışarıda kapalı bir hava vardı. Yağmur yapması an meselesiydi. Futbolcular taktik konuşmanın nerede yapılacağını merak etmeye başladılar. Fatih Terim yürüyüşün ilk 10 dakikasında hiç konuşmadı. Futbolcular da sessizdi ama herbirinin kafalarının içindeki kavga Türkiye’den bile duyulabilirdi. Fatih Terim bir anda durdu ve oyunculara döndü.
“Arkadaşlar, kötü oynadık yenildik. Sağlık olsun. Önümüzde iki maç var. Rakipler güçlü. Yenilebilir miyiz? Evet yenilebiliriz. 0 puanla Türkiye’ye dönebilir miyiz? Evet dönebiliriz. Dönmek istiyor muyuz? Hayır. Peki önümüzdeki iki maçta aslanlar gibi savaşmamız için önümüzde bir engel var mı? diye oyunculara sordu.
“Hayır hocam” cevabı tüm oyunculardan aynı anda geldi.
“Duyamadım”.
“HAYIR HOCAM!”.
“Çocuklar bakın. Size bir motivasyon konuşması falan yapacak değilim. Tüm taktik antrenmanları tüm kondisyon yüklemelerini yaptık. Olay sizin kafanızda. Şimdi size konferans salonuna alıp 2008’deki Çek ve Hırvat maçlarını göstermek, Bülent Korkmaz’ın omuzu sargılı fotoğraflarını gösterip biz böyle savaşarak geldik buralara hikayeleri anlatmak istemiyorum. Siz bunları zaten biliyorsunuz. Sizden bir isteğim var özellikle İspanya maçında. Çıkın ve keyif alın. Planımız var, o plan doğrultusunda çıkın ve oynayın. İspanya iyi takım, şakaya gelmez doğru. Siz kendi performansınızdan memnun olacak kadar oynayın çünkü Hırvatistan maçında kimse kendi performansını oynayamadı.” dedi Terim tüm oyuncular kulak kesilmişken… ve devam etti.
“Türkiye’den başka bir 23 kişilik ekip gelmeyecek bu turnuva için. Yetmiş altı milyonluk ülkeden benim bulup getirdiğim en iyi takım bu, en iyi oyuncular sizlersiniz. Ha siz derseniz ki “bula bula beni mi buldun?” o da benim hatam olsun o zaman. Ben size inandım, güvendim. Siz de kendinize güvenin. Başka birşey istemiyorum. Eğer derseniz ki “benden bu kadar hoca” ben de size “canınız sağolsun” derim.
Taktik konferans iptal edildi ve herkese iki saat serbest zaman verdi Terim. Sonrasında maç için son hazırlıklara geçilecekti.
Futbolcular büyük bir sessizlik içinde odalarına döndüklerinde onları bir sürpriz bekliyordu. Hepsinin kariyerlerinde en iyi oynadıkları maçlardan enstantaneler, fotoğraflar odalarının her köşesine yerleştirilmişti. Türkiye’den gelen destek mesajları da duvarlara, yataklarının üzerine serpilmişti.
Yenseniz de yenilseniz de Türkiye sizinle gurur duyuyor!
Ozan, senin benine kurban! Daha çok turnuva var, sktir et! Saçı kes ama bak Ümit Davala kesti Dünya 3.’sü olduk. Totem.
Volkan Babacan, tuttukların altın, yumrukladıkların gümüş, yediklerinde canın sağ olsun!
Tüm futbolcular duygulanmıştı. Kötü oynadıklarını biliyorlardı. Yine de hem hocalarından hem de Türk halkından gelen bu destek, İspanya maçında gerçek performanslarını göstermelerini sağlayacaktı. Yenip yenemeyeceklerini bilmiyorlardı ama emin oldukları bir şey varsa o da Hırvatistan maçındaki ruhsuz fubolun sahada olmayacağıydı. Zaten tüm Türkiye’nin de istediği bu değil miydi?