Paris. Soğuk bir kış akşamı….
Steve Mandanda bir reklam görüşmesi için Paris’e gelmişti. Elindeki kapı kartını avucunun içinde sıkarak otel odasına doğru yavaş adımlarla ilerliyordu. Koridordaki sağlı sollu kapılar tren yolculuğu sırasında baktığı elektrik telleri gibi geldi gözüne bir anda. Geceyi otelde geçirip ertesi sabah takımın İsviçre kampına katılmak için Bern’e uçması gerektiğini hatırladı. Yüzünü hafif ekşitti. Takımın içinde bulunduğu sıkıntılar canını sıkmaya başlamıştı. Artık Marsilya’da oynamaktan keyif almadığını fark ettiğinin üzerinden birkaç hafta geçmişti. Menajeri ile konuşmuş ama sezon sonundan önce bir takım bulmasının zor olduğunu öğrenince keyfi kaçmıştı.
Otelin yavru ağzı renge boyalı klasik fransız tarzında döşenmiş restoranındaki şık ve leziz yemek bile bu ruh halini değiştirememişti. Reklam görüşmesinin olumlu geçmesi de Mandanda’nın iç sıkıntısına çare olamamıştı.
Kafasında bu düşünceler ile 201 numaralı odasının kapısını açmak için kapı kartını yuvasına soktu. Kapı kolunu hafifçe bastırıp odaya girmeye yeltendi. Lakin kapı açılmadı. Kartı çıkarıp tekrar denedi. Kapı kolunun üzerindeki yeşil ışığın yanmadığını fark etti. Kartta bir sorun olmalı diye geçirdi aklından. Uçsuz bucaksız görünen koridorda bir sağa bir sola bakıp yardım edebilecek bir görevli aradı. Asansörün olduğu taraftaki otel görevlisinin ittiği servis arabasının sesini duydu. Birisi yemek söylemiş olmalı diye düşündü. Kapıyı açamayacağına kanaat getirip omuzlarını düşürdü ve resepsiyon görevlisinden yeni bir kart almak için asansöre doğru ilerledi.
Asansörü çağırdı. İçine girdi ve zemin kat düğmesine bastı. Asansörün tavanındaki hoparlörden gelen klasik müzik hoşuna gitti. Müziğin bir kulağından girip, beyin kıvrımlarında dolaşıp keyfini yerine getirmesini umdu. İşe yaradığını hissetti. Müzik, en sevdiğin yemeği istediğin kadar yiyip hiç şişlik hissetmemek gibiydi. Doyumsuz bir haz…
Resepsiyona geldiğinde otele check-in yapmakta olan Mario Gomez’i hemen tanıdı. Hızlıca Mario’ya doğru ilerledi. Mario da kendisini tanıdı ve ikili el sıkışıp öpüştüler. Kısa bir hal hatır sorma merasimi sonrası resepsiyon görevlisi Mario Gomez’den bir kaç dakika lobide beklemesini rica etti. Mandanda’dan da birçok kez özür dileyerek yeni kartını hemen hazırlayacağını söyleyip Mario ile birlikte kısa bir süre beklemesini rica etti.
Mario ve Mandanda lobide beklerken şarap ısmarladılar. Şaraplarını yudumlarken futboldan ve hayattan konuşmaya başladılar. Mario konuyu Beşiktaş’a geitirp ne kadar mutlu olduğundan, kendisine duyulan saygıdan ve İstanbul’un güzelliklerinden bahsetti. Mandanda can kulağı ile dinliyordu. Mario’nun mutluluğunu içten içe kıskanmaya başladı. Bir kaç dakika sürmesi gereken konuşmaları saatler sürmüş ikili gecenin ilerleyen saatlerine kadar Beşiktaş’ı konuşmuştu. Saatin geç olduğunu ilk fark eden Mario oldu. Gitmesi gerektiğini ve Mandanda’yı görmekten büyük mutluluk duyduğunu belirtip odasına çıkmak üzere asansöre doğru ilerledi.
Mandanda düşündü. Mario’nun mutluluğunun gerçek olduğuna ve kendisinin bu hisleri uzun zamandır hissetmediğine inanıyordu. Ani bir hareketle cep telefonunu cebinden çıkardı. Menajerine çok hızlı bir şekilde bir mesaj yazdı ve telefonu tekrar cebine koydu. Derin bir nefes aldı ve resepsiyon görevlisinden kartını almak üzere yerinden kalktı. Asansöre bindi. Odasının önüne geldi. Kartı yuvasına doğru yaklaştırdı. Ama yerleştirmeden geri çekti. Koşar adım resepsiyona inip Mario Gomez’in oda numarasını sordu. Numarayı öğrenip asansöre doğru ilerlemek üzere hareketlenmişti ki arkasında birinin varlığını hissetti. Geriye döndüğünde karşısında az önce mesaj attığı menajeri ve Beşiktaş Teknik Direktörü Şenol Güneş vardı. Menajeri “Beşiktaş’ı konuşmaya başlayalım mı?” derken asansörden inmekte olan Mario Gomez keyifli keyifli gülüyordu. Ekibe yaklaştı ve kendini beğnmiş ama kaba olmayan bir eda ile söylendi;
“Nerede kaldınız? Biraz daha geç kalsanız Beşiktaş’ın tarihine girmek zorunda kalacaktım.”