En baştan söyleyeyim, Türk sineması ile oldukça mesafeli bir ilişkim var. Türk filmlerine genel olarak karşı olduğumdan, ya da başarısız bulduğumdan değil bu durum. Zaten kısıtlı vakit ayırabildiğim film ve dizi evrenlerinde Türk filmlerine şans vermektense uluslararası başarısı ortada ya da benim ilgi alanıma giren yabancı yapımları seyretmeyi tercih ediyorum. Bu yüzden belki de çok hoşuma gidecek çok sayıda Türk yapımını atlamış olabileceğimin farkındayım.
Gel gelelim oyunculuktan yönetmenliğe doğru kayma eğilimi gösteren Ali Atay’ın 2015 yapımı Limonata filmini oldukça beğenmiştim. Hafızama kaydettiğim bu gerçeğin ardından Ali Atay’ın ikinci yönetmenlik denemesi olan Ölümlü Dünya’yı ve 2019 yapımı son filmi Cinayet Süsü’nü Netflix kitaplığında görmemle izleme listeme eklemem bir oldu. Geçen gece yakaladığım ilk fırsatta da Cinayet Süsü’ne vakit ayırma kararı verdim.
Cinayet Süsü: Bir Kara Mizah Polisiyesi
Bir kere Cinayet Süsü oyuncu kadrosu ile dikkat çekiyor. Uğur Yücel, Binnur Kaya gibi usta isimlerin yer aldığı yapıma, Ölümlü Dünya’da kanımızın kaynadığı Feyyaz Yiğit farklı bir enerji ve hoş bir etkileşim katmış. Artık gerçek isminden çok Erdal Bakkal olarak tanınan Cengiz Bozkurt alışılagelmiş performansını filme yansıtmayı başarmış.
Film, polisiye sinemanın olmazsa olmaz klişe duvarlarını kara komedi unsurları ile yıkıp seyirciyi farklı bir noktadan yakalamayı umduğu bir fikirle yola çıkmış. Ali Atay’ın aşağıdaki Anadolu Ajansı röportajlarından anlayabildiğim kadarıyla, fikir üretme ve üretilen fikrin geliştirilmesine çok önem veren bir bakış açısı var. Yani hikâye anlatma konusunda takıntılı bir isim kendisi. Ne anlattığından çok, nasıl anlatıldığına odaklanıyor. Hoşuma giden bir yaklaşımı var. Mesela yine aynı röportajda “Dünyanın en zengin yedi ailesinin arasında sekizinci olarak bir Türk aile katılırsa ne olur,” diye yola çıkarak binlerce öykü anlatılabileceğine değinmiş. Hakikaten öyle. Orada önemli olan ne anlatacağınızdan çok bunu insanlara nasıl aktaracağınızdır.
Başka bir örnek verecek olursak, artık hepimiz Batman’in ve Örümcek Adam’ın orijin hikayelerini ezbere biliyoruz. Ama her yönetmenin elinde bu hikâyenin farklı bir açıdan anlatıldığını, kimisini beğendiğimizi kimisine burun kıvırdığımızı görüyoruz. Burada bizim ilgimizi çeken hikâyenin ne olduğunda çok, bize nasıl aktarıldığıdır. Ne olacağını çok iyi bildiğimiz halde, nasıl olacağını merak ederek o filmi izliyoruz.
Bu yaklaşımla kara mizah bir polisiye filmin nerelere varabileceğini tahmin etmek güçleşiyor. Bu da filme dair bir merak duymamızı, ucunun nereye varacağını heyecanla takip etmemizi sağlıyor. Her ne kadar komedi öğeleri polisiye temaya oturtulmuş gibi görünse de Cinayet Süsü’nün sürükleyici bir arka metni de var.
Filmin En Kuvvetli Yönü: Görüntü Yönetmenliği
Ali Atay’ın üç filminde de dikkatimi çeken çok önemli bir detaydan bahsetmek istiyorum. Her ne kadar hikâyeyi nasıl anlattığına, kurguya ve senaryoya önem verse de, filmlerinin hepsi görsel olarak büyüleyici. Ölümlü Dünya’daki uyumdan memnun kalmış olsa gerek Cinayet Süsü’nde de görüntü yönetmeni Ahmet Bayer ile çalışmış. Tablo gibi kamera açıları ve mekan tasarımları, zarif ışık kullanımı, sahneye uygun kamera hareketleri ve en önemlisi enfes renk paleti ile film boyunca görsel anlamda doygun bir tecrübe yaşatmayı başarmışlar.
Ali Atay’ın yönetmenliğini beğensem de absürt komedilerin çoğu zaman bir derinlik sıkıntısı baş gösteriyor. Espri yapma ve seyirciyi sıkmama derdinden dolayı karakterler yüzeysel kalabiliyorlar. Maalesef Cinayet Süsü bu noktada karakterlerin neden öyle olduklarını, bu davranışlarla göze batmadan o mevkilere nasıl geldiklerini ve geçmişlerini dair bilgileri bize anlatmakta tereddüt ediyor. Yani bir karakterlere bakıyorsunuz, bir başlarına gelen ciddi olaylara nasıl tepkiler verdiklerine; bunu bulundukları mevkilere oturtmaya çalışıyorsunuz ama mantığınız kabul etmiyor. “Aman canım alt tarafı komedi filmi işte,” deyip geçtiğiniz anda da bence olayın polisiye temasının büyüsü bozuluyor.
Ne demek istiyorum? Şöyle izah edeyim. Leyla ile Mecnun örneğinden gidelim. Orada da benzer karakterler var, değil mi? İçlerinde bulundukları durumlarda saçma sapan davranan, hiç söylenmeyecek şeyler söyleyip, normal bir insanın asla yapmayacağı şeyler yapan karakterler hepsi… İşte tam da bu yüzden hiçbiri toplum içerisinde saygı görebilecekleri bir konuma sahip değil. İşlerinde başarısızlar. Erdal Bakkal nasıl batmıyor belli değil, Yavuz Hırsız, polis olsa daha iyi hırsızlık yapar. İsmail Abi… İsmail Abi işte, nasıl anlatabilirim ki böyle bir karakteri. Sonuç olarak Leyla ile Mecnun içerisinde tutan bu saflık, naiflik kokulu karakterler Cinayet Süsü’nde bu kadar mühim konumlarda (Cinayet şube komiserliği gibi) karşımıza çıkınca kimi seyirci bunu kafasında konumlandıramıyor olabilir. Bana sorarsanız, ben buna takılmamayı baştan kabul etmiş olduğum için sorun etmedim ve kendimi filmin bana yaşatacağı güzel dakikalara bıraktım kendimi. Fakat takılanlar haklılar. Bunu söylemek lazım.
Sıkıntılı Müzik Seçimleri ve Yoğun Argo Kullanımı
Bir diğer problemli noktaysa müzik ve şarkı tercihleriydi. Şarkılar ve sahneler bir uyumsuzluk içerisindeydi. İçimden “keşke başka şarkılar seçselermiş,” dedim.
Fakat bu yazdığım sıkıntılı noktalar filmin genelindeki eğlenceli ve absürt havayı baltalamaktan uzak. Yoğun argo kullanımı absürt bir polisiye filmde şaşırtmayan bir durum. Argo üzerinden yapılan esprilerin izleyicileri ikiye böldüğü de görünen bir gerçek. Fakat bu argo kullanımını Recep İvedik gibi bir filmdeki kullanımı ile bir tutmamak lazım. Recep İvedik karakterinin kendisi argo zaten. O karakterden başka bir şey bekleyemezsiniz. Burada ise karakterlerin kendisinin öyle olduğu kadar yaşadıkları olaylar da buna zemin hazırlıyor.
Filmde oyuncu olarak yer aldığı gibi senaryo yazım ekibinde de ismini gördüğümüz Feyyaz Yiğit, Anadolu Ajansı röportajında “Komedi filmi yazarken, şaka yapmamaya çalışıyorum,” diyerek olaya farklı bir bakış katmış. Bir an durdum, “Nasıl böyle bir şey olabilir?” diye sordum kendime açıkçası. Cinayet Süsü’nün içerisindeki komedi unsurlarının şakadan çok durum komedisinin getirdiği espriler olduğunu kabul ediyorum. Nitekim film boyunca karakterler birbirlerine saniyeler boyunca boş boş baksa komik olabilecek çok sayıda durumla karşılaşıyorlar. Fakat bazı sahneler resmen şakanın üzerine kurulmuş. Ki ben bunun problem oluşturduğunu düşünmüyorum. Pekâlâ şaka üzerine sahne de çekilebilir bir komedi filminde. Bu neden problem olsun ki?
Filmi izlerken hissettiğim şeylerden biri de bu filmin birçok sahnesinin oyuncuların gülme krizine girmesinden dolayı çok kez tekrarlanmış olduğu fikriydi. Hakikaten doğruymuş. Ali Atay aşağıdaki Anadolu Üniversitesi söyleşisinde bunu teyit etmiş. Bazı sahneleri 20 kere çekmişler, aralar vermiş, kahveleri içmiş ancak öyle geri dönebilmişler. Ben buna inanırım. Hakikaten de olmuştur. Bir filmin çekimleri eğlenceli geçmişse genelde bu enerji filme de yansır. Ben bu hissi tüm ekipten aldım. Filmin enerjisi bir hayli yüksek. Gece geç saatte ve uykusuz izlemiş olmama rağmen bir an bile sıkılmadan filmi bitirmeyi başardım.
Toparlarsak…
Sonuç olarak Limonata’da beni şaşırtan Ali Atay, Cinayet Süsü’nden de memnun ayrılmamı sağladı. İyi bir oyuncu kadrosuyla çekilmiş matrak bir film olmuş. Güldürmeyi başaran, eğlenceli bir absürt kara mizah örneği olarak Ali Atay külliyatındaki yerini almış Cinayet Süsü.
Ölümlü Dünya’nın seveninin çok olduğunu biliyorum. Onunla ilgili görüşlerimi de yakın zamanda yazmayı düşünüyorum. Ölümlü Dünya sonrası bugüne kadar üç film yönetmiş Ali Atay’ın yönetmenlik yolculuğuna da bir bakış atma fırsatımız olacak.
[…] sonrası Türk sinemasının yükselen ismi Ali Atay’ın Cinayet Süsü filmine dair görüşlerimi okuyabilir, Alper Canıgüz’ün absürt romanı […]