İlk Witcher oyunu üzerine yaptığım değerlendirmemi “Witcher 2’de görüşürüz,” diyerek noktalamıştım. Şimdi huzurlarınızda büyük bir pişkinlikle açıklıyorum ki; o kutlu gün bu gündür sevgili Romalılar. Ben artık Witcher 2’yi gömüp Witcher 3’e doğru yelken açmış bulunmaktayım. Fakat Witcher 3’e bodoslama dalmadan önce Witcher 2 üzerine biraz laflayalım isterim. Çünkü kendisi öyle yüzeysel bir şekilde ismini anmaktan fazlasını hak eden bir yapım.
Yine Geralt, Yeni Witcher
Konumuza dönersek, Witcher 2 ilk oyunun kaldığı yerden devam eden bir devam oyunu aslında. Bu benim görmekten epey hoşlandığım bir yaklaşım. CD Projekt Red burada da durmamış ve ilk oyunda kaydettiğiniz kayıt dosyanızı (save) Witcher 2’ye aktarmanıza izin vermiş. Herkes bir ayağa kalksın ve CD Projekt Red’i bu hareketinden dolayı alkışlasın lütfen. Bravo ki bravo. Hele aynı şeyi Witcher 3’te de yaptıklarını görünce ayrı bir sevdim bu indie (burada ironi var dememe gerek yok sanırım) stüdyoyu. Witcher 3’teki kayıtlı oyunumuzu Cyberpunk 2077’ye aktarabilirsek işte o muazzam bir olay olur. Olur mu? O kadar da değil, yok yani… Peki ya olursa?
Witcher 2’de Ne Umdum Ne buldum?
İlk Witcher’da hoşuma giden ve gitmeyen konuların büyük bölümünde ciddi değişikliklere gidilmiş Witcher 2’de. Çok eleştirdiğim dövüş sistemi tamamen değişmiş mesela. Oyunun kendi yapısına daha uygun bir sisteme geçilmiş. Fakat bu yeni dövüş mekaniğine alışana kadar ölüp ölüp duruyorsunuz. Souls oyunu gibi olmuş mübarek; ki ben oyunları zorda değil normal seviyede oynamayı tercih eden bir ademoğluyum. Normalde bile bayağı zorladı. Alıştıktan sonra ise aktı gitti. İlginçtir, ilk oyunda da aynı alışma sürecini yaşamıştım. Mekanik baştan aşağı değişse de öğrenme eğrisi aynı kalmış. Bu da ilginç bir detay olarak kayıtlara geçsin lütfen.
Witcher 2’de ilk Witcher’ın en büyük başarısı olan hikâye anlatımı, ilgi çekici karakterler ve merak uyandıran senaryo aynı özen ve kalitede kaldığı yerden devam etmeyi başarmış. Sizi daha ilk dakikalarında sarıp götüren, usulca açılan ama açıldıkça dikenlerini gösteren gül gibi bir senaryo var karşımızda (ne güzel tasvir yaparmışım ya!). Size bıraktığı seçimler ile bambaşka sonlara doğru ilerleyen, maceranı seç kitapları gibi bir oyun olmuş Witcher 2. Abartmıyorum, istiyorsanız Google’layın, oyunun on altı farklı sonu var. Oyunda anlık verdiğiniz kararlar ilerleyen bölümlerde hiç ummadığınız bir yerde karşınıza çıkıp canınızı acıtabiliyor. İşte bu tam da Witcher evrenine uygun bir durum. Witcher 2’de hiçbir şey, hiç bir karakter net değil, her şey, herkes gri ve ben bunu ilk oyundakinden bile daha fazla sevdim.
Gülün Dikeni: CD Projekt’e Yakışmayan Teknik Aksaklıklar
Fakat Witcher 2 beni hakikaten çok yordu. Oyunun uzunluğu ya da temposu değil teknik sıkıntılarıydı beni yoran. Oyunu açması, kapatması, kaydetmesi, oyun içi yüklemeleri ve bitmek bilmeyen çöküşleri oyun zevkimin içine etti. Nalet (evet nalet) olsun atom fiziğine ve eski oyunların optimizasyon sorunlarına… Oyunun kaç kez kilitlenip kapandığını, kaç kez açılmadığını kaç kez sistemi kilitlediğini hatırlamıyorum, saymadım. Saysam ekvatorun etrafında üç tur atardım, abartmıyorum (Tamam biraz abartmış olabilirim). Bu yönden oyun benim için bir çeşit işkence gibiydi. Bırakmak ve devam etmek arasında kaldığım çok an oldu. Fakat ne hikmettir ki devam edecek isteği kendimde bulabildim. Neden mi? Çünkü ben böyleyim. Yok ondan değil, çünkü oyunun hikayesi gerçekten çok iyi ve nasıl biteceğini çook ama çook merak ettim. Bu da bana devam etme şevkini verdi. Teknik sorunları Geralt’ın önüne çıkan düşmanlara benzettim. Ben kilitlenip duran oyunu, Geralt da karşısına çıkan engelleri aşacaktı. Kafalar güzel anlayacağınız… Fakat oyunun bir senaryosu var ki Allah sizi inandırsın, film olsa Oscar alır (belki).
Bunun dışında yine iyi seslendirmeler, Witcher evrenine uygun diyaloglar ve ilgi çekici yan görevler ile oldukça doyurucu bir 50 saat geçirdiğimi söyleyebilirim. Teknik aksaklıklar olmasa bu oyun için olumsuz bir şey demekte zorlanırdım sanırım. Özellikle bir RPG sever olarak, tüm bileşenleri ile bayağı keyifli bir oyun olduğunu söyleyebilirim.
Konuyu daha fazla uzatmadan (he evet çok kısa bahsettim ya zaten) hoşuma gitmeyen bir noktayı daha sizinle paylaşmak istiyorum: Grafikler. Yani nasıl desem, ilk oyunun üzerine epey bir konmuş yeni REDengine ile. Orası kesin. Witcher daha bir esnek, hareketler daha bir yumuşak. Fakat yine zıplayamıyor Witcher. Sen o kadar avcı ol, canavar kes, gel üç santimlik çalıdan zıplayama (Bunun grafikle alakası yok ama burada da oldu sanki). Bir de oyunun optimizasyon sorununda da payı olduğunu düşündüğüm ışık ve blur efektlerinin aşırıya kaçan kullanımı beni oldukça irite etti. Soğuk havada arabanın camının buğulanması gibi bir his yarattı. Hemen her oynayışımda ışık ayarları ile uğraşmak zorunda kaldım.
Witcher 2’ye Veda Ederken…
Tüm bunların ışığında açık ve net olarak harika bir oyun var karşımızda. Benim yaşadığım teknik problemleri başka oyuncuların da yaşadığını yaptığım araştırmalarda (Google) gördüm. Belki benim kadar değil ama herkesin bir miktar problemi olmuş gibi görünüyor. 2011 yılından kalma bir oyunun artık günümüz sistemlerinde tam performans vermemesini kabul ediyorum. Fakat bu kadar sorunlu olacağını açıkçası beklemiyordum. Yine de bu benim yaşadığım sıkıntıları sizin de yaşayacağınız anlamına gelmiyor. Belki sizin oyun deneyiminiz daha stabil ve sıkıntısız olur. Konsolda oynamak da bir seçenek olabilir bu anlamda. Konsol sürümlerinin teknik olarak daha oynanabilir olduğunu tahmin ediyorum.
Netice olarak Witcher 2 ile çoğu zaman keyifli yer yer serzeniş dolu bir oyun deneyimim oldu. Bakalım herkesin öve öve bitiremediği üçüncü oyunla olan maceram nasıl başlayıp (şu ana kadar nefis gidiyor) devam edecek. Üçüncü oyun bittiğinde yine bir değerlendirme yazısında görüşmek üzere! Gitmeden önce sizi The Witcher dizisinden dillere pelesenk olmuş şu güzel şarkı ile baş başa bırakıyorum. Esen kalın efendim.
Son kısıma kadar oyundan konuşup, kapatırken dizinin şarkısına odaklandık ama olsun, şarkı da güzel, oyun da.
[…] stüdyosu CD Projekt Red’in ilk Witcher oyunu olan The Witcher’ı ve serinin ikinci oyunu olan The Witcher 2: Assassin’s of Kings’i bitirmiş ve onlara dair deneyimlerimi ve düşüncelerimi daha önce sizinle paylaşmıştım. […]