CD Projekt bugün tüm oyuncuların severek takip ettiği bir oyun stüdyosu olduysa, bunun temellerinin ilk The Witcher oyununda atıldığını söyleyebiliriz.
CD Projekt, 1994 yılında Polonya’nın başkenti Varşova’da kurulan bir oyun stüdyosudur. Stüdyo daha sonra, yeni oyunlar çıkarmak için 2002 yılında CD Projekt Red adında bir oluşumu hayata geçirdi. Baldur’s Gate: Dark Alliance oyununun PC sürümü üzerine çalışarak işe başlayan CD Projekt Red’in emek verdiği bu yapım, Interplay’in ve Black Isle’ın yaşadığı mali sıkıntılar sebebiyle piyasaya sürülemedi. Fakat o oyun için hazırlanan kodları ve oyun motorunu (Aurora Engine) başka bir fantastik evrenin oyun projesine aktarmayı seçti CD Projekt Red. O fantastik evren Polonyalı yazar Andrzej Sapkowski’nin romanları ve öyküleriyle nakış gibi işlediği The Witcher’ıydı.
The Witcher’ı tanıyalım
The Witcher, yaratık avcısı Geralt’ın hikayesini anlatan fantastik bir seridir. Henüz bir çocukken türlü deneylere ve yıpratıcı testlere tabi tutulan Geralt bu testlerden geçerek insan üstü yetenekler kazanmıştır. Artık mutasyona uğramış ve insanlıktan çıkmıştır. Kendisi gibi değişimlerden geçen bu kişilere halk arasında Witcher denmektedir. Geralt hayatını köylere dadanan yaratıkları ve kana susamış canavarları öldürerek kazanır. Witcherlar kimse tarafından sevilmez ve taraf tutmazlar. Çoğu zaman yaşanan olayların perde arkasındaki gerçeklere ilgi duymaz ve bilmek de istemezler. Görevini yerine getirip ödemesini alma derdindedirler. Fakat Geralt’ın hayatında öyle anlar olur ki, kendini olayların girdabından kurtarmayı başaramaz ve çatışmanın tam ortasında belirleyici bir unsur olarak kalır.
Geralt’ın maceralarını anlatan The Witcher kitapları Polonya’da bir hayli popülerdir. Serinin ünü kısa zamanda ülke sınırlarını aşmış ve Geralt dünya çapında takipçiler edinmiştir.
Polonya menşeli bir firma olan CD Projekt Red için Polonyalı bir yazarın hayat verdiği The Witcher evreni üzerine bir oyun yapmak son derece mantıklı bir karar olarak yorumlanabilir. Geralt’ın klişe iyi/kötü kavramlarından beslenmeyen ve kendi değer yargılarına göre hareket eden bir karakter oluşu da serinin başarısındaki önemli detaylardan birisidir. Bu açıdan Geralt oyuncuların yönetmekten, seçimler yapmaktan, birlikte yeni yerler keşfetmekten ve maceradan maceraya atlamaktan keyif alacağı bir karakterdir. İşte CD Projekt Red’in The Witcher oyunu da tüm bu katmanların üzerine kurulur ve ortaya inanılmaz detaylı bir yapım çıkar.
Geralt’ın oyun dünyasındaki macerasının başlangıcı
The Witcher 2007 yılında piyasaya çıkan bir rol yapma, aksiyon ve macera oyunudur. Oyunda yaratık avcısı Witcher Geralt’ı kontrol ederiz. Çizgisel bir oynanış yerine açık dünya bir oyun alanı vardır karşımızda. Oyunun izlediği bir ana senaryo olmakla beraber The Witcher’ın kitaplarda da karşımıza çıkan rastlantısal vakalara yönelme huyu oyunda da peşimizi bırakmaz. Kapı kapıyı açar ve bozkırlarda ve şehir hayatında kaybolur gideriz.
Witcher’ı bitirdiğimde yaklaşık 60 saatlik bir oyun süresine ulaşmıştım. Eğer bazı seçimleri farklı yapmış olsam bu süre rahat 65 ve hatta 70 saati bulabilirdi. Sonlara doğru oyunu bitirme aşkıyla bazı görevleri boş verip hedefe doğru yönelmesem muhtemelen birkaç yan görev daha beni kendine çeker ve oyun süremi uzatırdı. Fakat buralara dalmamak için geçerli sebeplerim var elbette. O sebeplere geçmeden önce önce şunu açıkça söyleyebilirim ki Witcher’ın asıl başarısı sunduğu evrenin derinliği ve senaryosunun sürükleyiciliğiydi. Oyunun hikâye anlatımı ve evren tasarımı gerçekten mükemmele yakın. Teknik anlamda çok sorunlu bir yapım olmasına karşın bu kadar heyecan verici bir senaryo ortaya koymak gerçekten dikkate değer.
İlk andan son ana kadar birbirine bağlı olaylar zinciri içerisinde bir sürü seçim yapıp kendi kader çizgimizde yürümemiz sağlanmış. Evet, Witcher’da verdiğimiz kararlar oyunun akışına etki ediyor. Bu da diyalog seçenekleri arasında etkisiz gelişigüzel seçimler yapmaktansa tam bir rol yapma oyunu tecrübesi yaşamamıza olanak vermiş. Witcher romanlarından tanıdığımız karakterlerin oyun evreninde tekrardan karşımıza çıkması ve oyunda önemli bir yere sahip olmaları bir diğer başarılı roman-oyun bağlantısını oluşturmuş.
The Witcher – Sıkıntılı kısımlar
Oyunun en öne çıkan olumlu yönlerini bu şekilde sıraladıktan sonra gelelim işin sıkıntılı kısımlarına. Maalesef The Witcher pozitif yönleri kadar negatif yönleriyle de kendinden söz ettiren bir oyun olmuş.
En büyük sıkıntılar; oyun motoru, kontroller, dövüş mekaniği, envanter yönetimi ve optimizasyon olarak karşımıza çıkıyor. İlkinden başlayalım: Kontroller.
Çok zor, The Witcher’ı yönetmek, bir yerden bir yere gitmek, gerek animasyonların sıkıntılı oluşundan gerekse de oyun motorunun hareket ve kontrol konusunda fazla eski kafalı kalmış olmasından dolayı son derece sıkıntılı. Benim açımdan en büyük eksikliklerin başında oyunda zıplama olmaması geliyor mesela. Ufak bir kalasın bile üzerinden atlayamayan ama kendi boyunun iki katı bir canavarı kesmekte zorlanmayan bir avcı bana pek mantıklı gelmiyor ve oyundan aldığım zevki baltalıyor. Bunu kabullenmekte nedense zorlanıyorum. O kalası geçemediğim için etrafından dolaşmak ve bir sürü yaratıkla tekrar uğraşmak zorunda kalmak bir noktadan sonra sinir bozucu olabiliyor.
Dövüş mekaniğinin tuhaflığı da cabası. Doğru rakibe doğru teknik ile (güçlü, hızlı ve grup adı altında üç farklı vuruş tekniği var) saldırmak ve doğru zamanda fare tuşuna basmak üzerine kurulu bir kombinasyon ile yaratık kesmek oyunun özgürlükçü açık dünya teması ile hiç uyuşmuyor. Neyse ki bu dövüş mekaniğini ikinci oyunda rafa kaldırıp oyunun atmosferine daha fazla uyan bir sisteme geçiş yapmış CD Projekt Red. Bu kombo ve dövüş tekniği kompleksliği yüzünden karmaşa anlarında yanlış kişiye yanlış teknik ile tıklayıp tahtalı köyü boyladığım çok sayıda sahne oldu. Bu noktada oyunun yeterince aydınlatıcı ve öğretici olmadığını düşünüyorum. Günümüz Souls oyunları elbette dövüş mekaniği zorluğunu bir üst seviyeye çıkartmış durumda ama o oyunların ana fikri bu zorluk üzerine kurulu. The Witcher’da ise dövüş bir araç aslında.
Envanter yönetiminin sığlığı ve modifikasyondan uzak hali de bu ebattaki bir rol yapma oyununa yakışmamış açıkçası. Farkında olmadan sattığınız değerli görev eşyaları, ne yapacağınızı bilmediğiniz sayısız ıvır zıvır ile saçınızı başınız yolmanız işten bile değil. Allah’tan ikinci oyunda bu konuda da bir iyileştirmeye gidilmiş ve bu lanet bir son bulmuş.
The Witcher evrenine giriş 101
Toparlarsam, son derece sürükleyici bir senaryo üzerine yerleştirilmiş bir açık dünya rol yapma oyunu The Witcher. Eğlenceli ve merak uyandırıcı karakterleri ve başarılı atmosferi ile sizi içine çekmeyi başarıyor. Fakat o envanter yönetimi, oyun motorunun limitleri ve sıkıntılı dövüş mekanikleri bir şaheser olmasının önüne geçiyor.
Hazır Netflix imzalı dizisi de yoldayken siz de benim gibi Witcher’in oyun evrenine girmeyi düşünüyorsanız bunları bilerek ilk oyuna girişmeniz sizin için daha hayırlı olacaktır.
Oyuna ilişkin Kayıp Rıhtım sayfalarında yaptığım incelemeye göz atmanızı öneririm. Aşağı yukarı benzer şeyler yazdım ama gelen yorumlarla birlikte oldukça doyurucu ve tamamlayıcı bir çalışma oldu.
Witcher 2’de görüşmek üzere!
[…] Witcher oyunu üzerine yaptığım değerlendirmemi “Witcher 2’de görüşürüz,” diyerek noktalamıştım. Şimdi huzurlarınızda büyük bir […]
[…] Polonya menşeli oyun stüdyosu CD Projekt Red’in ilk Witcher oyunu olan The Witcher’ı ve serinin ikinci oyunu olan The Witcher 2: Assassin’s of Kings’i bitirmiş ve onlara dair […]
[…] yazının ardından The Witcher serisine ilk oyununa dair yazdıklarımı okuyarak giriş yapabilir, ya da aksiyon türünün önemli serilerinden Far Cry’ın başlangıç oyununa dair […]