Hikayeleştirme insanoğlunun çağlar boyunca en sık kullandığı iletişim tekniklerinden birisi olmuştur. İsrailli tarihçi Yuval Noah Harari‘nin büyük gürültü kopartan Sapiens isimli kitabında da değindiği gibi; hikayeleştirebilme yeteneği insanoğlunun dünya üzerinde dominant canlı oluşunun kapılarını açmış olabilir.

Peki nedir bizi olayları, yaşananları hikayeleştirmeye iten? Neden hikâye şeklinde aktarılan olaylar bize daha inandırıcı geliyor?

Hikayeleştirme - Hollandalı ünlü ressam Rembrandt'ın Syndics of the Drapers' Guild isimli tablosu ve ona bakan insanların birlikteliği muhteşem bir hikaye değil mi?
Hikayeleştirme – Hollandalı ünlü ressam Rembrandt’ın Syndics of the Drapers’ Guild isimli tablosu ve ona bakan insanların birlikteliği muhteşem bir kompozisyon oluşturmuyor mu?

Bana hikayenle gel

Var olan tüm dinlerin ilahi kitaplarının içinde öğretici ve yönlendirici hikayeler barındırması tesadüf mü sizce? Peygamberler ve sonrasında onları takip eden kanaat önderleri daha fazla insana ulaşabilmek için hikâyeleştirmenin insanlar üzerindeki etkisini kullanmayı seçmiş olabilirler mi?

Oldum olası hayal gücü denilen yeteneğin insanoğlunun en büyük vasfı olduğuna inanmışımdır. Örneğin, parmaklarım bu yazıyı yazmak için klavyede hareket ederken, zihnimde kollarımı açmış bulutların üzerinde uçtuğumu hayal edebiliyorum. Yanımdan geçen uçaklardaki insanlara el sallıyorum. Okyanusları aşıyorum, insan eli değmemiş vadilerin üzerinden süzülüyorum. Yemyeşil çam ormanlarının ortasından akan nehirlerin buz gibi suyundan içiyorum. Bir saniye sonrasında ise, tekrar koltuğumdayım. Yazıyı yazmaya devam ediyorum. Zihnen yolculuğa çıkmış olmama rağmen, bedenim bir santim bile kıpırdamadı. Siz de bu yazdıklarımı okurken beni bu eylemleri gerçekleştirirken hayal ettiniz belki de. İşte insanoğlu böyle büyük bir güce sahip. Gerçek olması imkânsız durumları bile gerçekmiş gibi mükemmel bir şekilde tasarlayabilen bir beyne sahip. İşte bu temel örnek, hayal gücünün öngörülemeyen bir yetenek olduğunun en basit göstergesi.

Tarih boyunca yaşanan hadiseler, hayal gücü ile yoğrulan zihinlerde oyun hamuru gibi şekil değiştirip durdu. Geçmiş büküldü, görülmesi istenen şekle getirildi. George Orwell bunu 1984 isimli distopik eserinde mükemmel anlatır. Kitabı henüz okumamış olanların keyfini kaçırmadan ucundan bahsetmeye çalışacağım; romanda bir geçmişten bahsedilir. Ama o geçmiş Parti’nin (devlet gücünü ele geçirmiş oluşum), vatandaşlarının inanmasını istediği kurmaca bir tarihten başka bir şey değildir. Bunu da Gerçek Bakanlığı isimli kurul sağlar. Gerçek Bakanlığı isimli kurumda geçmişe dair tüm veriler ya yok edilir ya da Parti’nin istediği şekilde değiştirilir. Artık yeni bir tarih yaratılmıştır. Geçmişte gerçekten ne olduğunu bizzat yaşamış olanlar bile bir süre sonra bu yeni yaratılan tarihe inanır hale gelirler. Yani geçmiş, gelecekte yazılan bir hikâyeden farksızdır.

Ürkütücü…

Hikayeleştirme üzerine - Her biri hayatlarındaki kendi hikayelerini yazmakta olan insanların rengarenk umutları...
Hikayeleştirme üzerine – Her biri hayatlarındaki kendi hikayelerini yazmakta olan insanların rengarenk umutları…

Teknolojinin çıkış noktası: Hayal gücü

Eğer insan ırkı hayal gücüne sahip olmasaydı teknolojik gelişmeler de yaşanamazdı. En basitinden; elektrik icat edilmedi, yer çekimi de keza insan üretimi değil. Bunların hepsi hayal gücünü kullanan, sorgulayan ve yaşadığı dünyanın gerçeklerini anlamaya çalışan insanların çabaları ile keşfedildiler.

Bugün de durum farklı değil. Mars’a koloni kurmayı hayal ediyoruz. Güneş Sistemi’nin ötesine insan taşıyan roketler göndermeyi düşlüyoruz. Ay’a yerleşmekten bahsediyoruz. Bunların hepsi bir dönem hayal ürünüydü, bilim kurguydu. Şimdi ise bir adım uzağımızdaki gerçekler.

İnsanoğlu, tarih boyunca hayal gücünü kendi çıkarları için kullanan insanlarla da karşılaştı. Günümüzde anlatılan destansı olayların gerçek olup olmadıklarını o günlerden bugüne kalmış kitaplardan, yazıtlardan, eserlerden anlamaya çalışıyoruz, öyle değil mi? bu noktada şunu asla unutmamak lazım; tüm detaylarını bildiğimiz destansı hikayelerin, tarihi anların birçoğunun hayal ürünü olma ihtimali var. Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri hiç yaşamamış olabilirler. Aynı şekilde belki Truva Savaşı ve Truva Atı efsanesi de hayal ürünüdür. Tarihi bu gözle değerlendirmek sizi her şeyi sorgulayan ve hiçbir şeye inanmayan bir bireye dönüştürebilir. Bu da sıkıntılı bir durum elbette.

Fakat insanın bir şeye inanma isteği doğal bir süreçtir. Mesela insan, anlam veremediği olayları güçsel varlıklara bağlamaya eğilimlidir. Bir düşünelim, Yunan mitolojisindeki efsanelere ve Poseidon, Zeus gibi tanrıların gerçekten var olduğuna inanan günümüzde artık kalmış mıdır? Bence hayır. Ama bundan yıllar önce tüm bunlara inanan azımsanmayacak kadar çok sayıda insan vardı. O dönem için çok da mantıklıydı belki de. Antik Yunan döneminde cevap verilemeyen sorulara (doğa olayları gibi) bilim ve teknoloji gelişip elle tutulur ve anlaşılır cevaplar bulundukça inançlar ve hikayeler de değişim geçirdiler. Ama bunun gibi büyük değişimler bile insanların olayları ve kişileri hikayeleştirme açlığını durduramadı. Günümüzde birilerince, geçmişe, geleceğe ve hatta tam şu saate dair olayların büyük bölümü hikayeleştiriliyor. Hatta bugünün geçmişten en büyük farkı, artık hepimizin birer hikâye anlatıcısına dönüşmüş olması. Sosyal medya hepimizi bir hikâye anlatıcısı yaptı. Aynı resme bakıp farklı şeyler görüyoruz. Aynı kahveye bakıp farklı şekiller gören falcılar gibiyiz. Bu yüzden de dünya tam bir hikâye çorbası haline gelmiş durumda. Kimin anlattığı gerçek kiminki uydurma anlamak mümkün değil. Peki neden böyle? Çünkü günümüzde gerçekler kimsenin umurunda değil, hikayenizi nasıl sunduğunuz ise her şeyden önemlidir. Hangi hikâye daha merak uyandırıcı ve ilgi çekiciyse, toplum ve birey olarak ona inanmaya yöneliyoruz. 

Medya da işin içinde…

Medyanın da geldiğimiz noktada suçu var. Siyasetin ve ekonominin toplumlara hükmettiği bu günlerde, medya eli ile yoğrulmaya çalışılan toplumlar ne şekle gireceğini şaşırmış durumda. Kimisi belirli bir ideolojinin peşine takılırken kimisi olayları bambaşka şekilde yorumlayıp kendi hikayesini yazmaya çalışıyor. Böylece aynı dünyada yaşayan ama bambaşka hikayeler anlatan milyarlarca insan oluverdik kaşla göz arasında.

Sizi bilmem ama ben kendi hayal gücümde mutluyum. Hatta öyle bir dünya düşlüyorum ki, hayal etmenin ödüllendirildiği bir eğitim sistemi topluma entegre edilmiş, küçük yaşta hayal kurmaya, fikirlerini açık yüreklilikle anlatmaya teşvik edilmiş gümbür gümbür nesiller gelmiş olsun. Bilginin ve gerçeğin, anlayışsızlığı ve iftirayı alt ettiği, başarının çalışmakla ve özveriyle geldiği, yalanın kapıdan içeri giremediği bir dünya düşlüyorum. Çok mu şey istiyorum?

Bir Cevap Yazın