Dick Advocaat çalan telefon alarmına uyandığında saat sabahın 5’iydi. Gençliğinden beri sabahları erken kalkma alışkanlığı edinmiş olan Advocaat, bu alışkanlığını Fenerbahçe’nin başına geçtiğinde de bırakmamıştı. Hızlıca hazırlanıp, İstanbul’un kaotik trafiğine takılmadan sabah karanlığında Samandıra tesislerine gelen Advocaat erkenden çalışmaya başlamıştı. Tüm oyunculardan önce antrenmana hazır hale gelmenin futbolcular üzerinde disiplin kurma açısından önemli olduğuna inanıyordu. Fenerbahçe bünyesinde bu şekilde çalışan bir hoca daha vardı. Bu isim bir basketbol efsanesi olan Fenerbahçe Basketbol Takımı’nın baş antrenörü Jelko Obradoviç’den başkası değildi.
Advocaat haftasonu oynayacakları Beşiktaş maçı için günü çift idman ile geçirme kararı almıştı. Sabah fizik kondisyon çalışması yapıp, akşama da maç taktiği üzerine oyuncuları ile konuşmayı ve taktiği antremanda uygulamayı planlamıştı.
Her sabah yaptığı gibi ilk olarak epostalarına göz attı, maç takvimini inceledi ve yardımcılarından gelen raporları okudu. Samandıra’daki çaycı Ahmet’in kendisine özel yaptığı filtre kahvesinden bir yudum aldı. Kahve her zamanki gibi iyiydi. “Ahmet bu işi biliyor” diye aklında geçirdi ve evine yakın bir pastaneden aldığı simidini ısırdı. Masasının üzerine dökülen susamları avucunda toplayıp ağzına atmayı da ihmal etmedi. Sonuçta Advocaat klasik bir avrupalıydı. Simit ve kahve kahvaltı için yeterliydi.
Çalışma masasının tam karşısındaki duvarda maç kadrosunu oluşturacağı bir pano vardı. Henüz 11 kişilik kadroda kimsenin yerini doldurmamıştı. Bunun nedeni de bu maç için kafasındaki planı henüz oturtamamış olmasıydı. Ligin en dişli ekiplerinden olan Beşiktaş’ı her düşünüşünde kuvvetli yanlarına önlem aldığını görüyordu. Artık emindi, farklı birşeyler yapması gerekiyordu.
Yardımcılarından gelen raporu tekrar incelediğinde maç için önerdikleri ilk 11’i sesli olarak tekrarladı:
Volkan-Şener-Kjaer-Skrtel-Hasan Ali-Mehmet Topal-Josef-Alper-Sow-Volkan Şen-Van Persie
Atiba’ya Alper’in baskısı ile oyun kurmalarını zorlaştırma ve hücuma hızlı çıkışlarla Sow ve Volkan Şen’in deparları ile Van Persie’nin boşalttığı alanlara adam kaçırma üzerine bir hücum taktiği önermişlerdi. Dick Advocaat’a bundan daha fazlası lazımdı. Kafasından maç kadrosuna ait fikirler geçerken eposta adresine Fenerbahçe Kulübü’nün tüm çalışanlarına gönderdiği haber bülteninin düştüğünü gördü. Fenerbahçe’nin dün oynadığı Real Madrid maçından aldığı galibiyet ve Jelko Obradoviç’in oyuncularını tebrik ettiği haberi en üstteydi. Kulübün Obradoviç sayesinde basketbolda çağ atlamış olduğunu görüyordu. Futbol takımının da son dönemdeki yükselişinin Obradoviç’in basketbol takımında yarattığı hava ile ilişkilendiriliyor oluşundan göğsü kabarıyordu. Yine de havaya girmek için erken olduğunu ve yapılacak çok iş olduğunu biliyordu. Advocaat bir an kıpırdamadan durdu. Gözlerini duvardaki belirsiz bir noktaya odakladı. Beyin kıvrımlarında şimşekler çakıyor, çarklar deli gibi dönüyor, tilkiler vızır vızır dolaşıyordu. Çok ani bir hareketle yerinden kalktı, montuno giydi ve Samandıra’dan ayrıldı. Bu sırada cep telefonundan yardımcılarıyla kurduğu Whatsapp grubuna acil bir işinin çıktığını ve sabahki fizik kondisyon antrenmanına katılamayacağını yazdı. Dick Advocaat Beşiktaş’ı yenmek için neye ihtiyacı olduğunu anlamıştı. Onu almaya gidiyordu.
Antrenmana gelen futbolcular Advocaat’ın işinin çıktığını öğrenince garipsemişlerdi. Haftasonu bir derbi vardı ve takımın teknik direktörü ortada yoktu. Nerede olduğu bilinmiyordu, sırra kadem basmıştı. Son dönemde form tutan ve özgüvenleri yerine gelen oyuncular ligin en formda ekiplerinden Beşiktaş ile karşılaşmalarına iki gün kala hocalarının desteğine ihtiyaç duyuyorlardı. Yine de sorumluluklarını bilen Fenerbahçeli futbolcular fizik kondisyon antrenmanında tüm eforlarını sarf ediyorlardı. Kadroda yer bulmak için bunu yapmak zorunda olduklarını Advocaat onlara aşılamıştı. Yardımcı antrenörlerin de Advocaat’a nasıl bir raporlama yaptıklarını biliyorlardı. Çalışmayana forma yoktu.
Advocaat buluşma yeri olan Kalamış Marina’ya geldiğinde hafif bir heyecan hissettiğini fark etti. Bu endişeden kaynaklı değil, başarıya yaklaşmadan kaynaklı bir heyecandı. Maça artık 36 saatten az kalmıştı ve son eksik parçanın az sonra tamamlanacağını hissediyordu. Advocaat kısa bir süre sonra buluşacağı kişiyi kendisine doğru yürürken gördü. Obradoviç samimi bir gülümseme ile Advocaat’ın oturduğu masaya doğru ilerliyordu.
Dün gece baştan sona çok heyecanlı geçen bir maçta Real Madrid’i yenen Obradoviç’i tebrik eden Advocaat kendisine duyduğu saygıyı Obradoviç’e bir kez daha iletti. Obradoviç’in hisleri de karşılıklıydı. İki kurt hocanın birbirlerini performansını takip ettikleri ve gösterilen başarıdan keyif aldıkları anlaşılıyordu. Masada oturan bu ikiliyi dışarıdan gören bir insan, iki büyük spor adamının etrafa yaydıkları enerji patlamasından etkilenebilirdi. Karizma, tecrübe ve özgüven masadan ve hatta restauranttan dışarı taşıyor, onlara bakanların gözlerinin kamaşmasına neden oluyordu.
Advocaat lafı fazla uzatmadan konuya girdi.
“Sevgili Jelko. Haftasonu Beşiktaş ile karşılaşacağız haberin vardır. Takım fizik olarak hazır. Son maçlarda oyunculara özgüven de kazandırdık. Kafamda maçı kazandıracak taktik de belli. Yine de bu maçı kazanmak için bir şeye daha ihtiyacımız olduğunu hissediyorum. Bunu da ancak ve ancak seninle konuşursam çözebileceğime dair garip bir düşünce var kafamda. Sabahtan beri bu düşünceden kurtulamadığım için tek çözümün seninle konuşmak olduğu sonucuna vardım ve işte buradayız. Söyler misin sence ben neden hala bu maçı kazanacağıma emin değilim?”
Advocaat’ın sorusu net gibi görünüp kesinlikle basitçe cevaplanabilecek bir soru değildi. Obradoviç Advocaat’ın gözlerinin içine bakıyordu. İki hocanın göz teması sırasında ikili arasında çakan şimşekler, gök gürültüsü ve kopan fırtına hissedilebiliyordu. Ama gerçekte Kalamış’ta ötüşen kuşlar ve fonda çalan bir lounge müzik dışında bir ses yoktu… Fiziksel dünyada herşey normal iken dördüncü boyutta yer yerinden oynuyor, Kalamış’ın göbeğine meteor düşüyordu.
Gözlerini ilk kaçıran cevap vermeye hazırlanan Ovradoviç olmuştu.
“Seni çok iyi anlıyorum. Bu durumla kariyerim boyunca ben de çoğu kez karşı karşıya geldim. Eminim sen de çok kez yaşadın ama bu sefer cevabı bulamıyorsun. Ben de 2000 yılında Panathinaikos ile ilk Euroleague finalime çıktığımda senin şu anda yaşadığın sıkıntıya benzer bir sorun yaşamıştım. Daha önce Euroleague’i kazanmış bir koçtum ama Panathinaikos ile ilk kez bu seviyedeydim. Kadromu çok iyi tanıyordum, oyuncular maça hazırdı, taktiksel ve fiziksel olarak herşey mükemmeldi. Kazanamamamız için hiçbir neden yoktu. Ama bu koşullarda bile içimi kemiren şeyin ne olduğunu bulamıyordum. Sonra sorunu çözdüm. Kupayı kazandık ve bir efsanenin doğuşuna tanıklık ettik.”
“Peki sorun ne? Ben niye rahat değilim Sen niye rahat değilmişsin?” diye sordu Dick Advocaat.
Obradoviç iyice öne doğru eğildi ve Advocaat’a yaklaşabileceği kadar yaklaştı. Kendinden emin bir şekilde tane tane konuşmaya başladı:
“Sevgili dostum, sorun kendine şu sorunun cevabını veremiyor oluşun: Eğer Beşiktaş maçını kazanırsam, zirveye ortak olursam ve bir efsanenin uyanışını gerçekleştirirsem, bir sonraki adımı atmaya ve bu yolun sonuna kadar gitmeye hazır mıyım?”
Obradoviç’in sözlerini dikkatle dinleyen Advocaat arkasına yaslandı. Kollarını karnının üzerinde bağladı ve Marmara Denizi’ne doğru bakarak düşüncelere daldı. Bir iki dakika kadar hiç konuşmadılar. Sessizliği bitiren Advocaat oldu.
“Teşekkürler Jelko.”
“Ne için Dick?” diye anlamamazlıktan geldi Obradoviç.
“Bana kendime sormaya cesaret edemediğim soruyu sorduğun için. Beni bu karar ile yüzleşmek zorunda bıraktığın için.” diye cevap verdi Advocaat.
“Senin adına sevindim Dick,” dedi Obradoviç. “Emin ol bu konuşma benim için de faydalı oldu. Ben de kulüpteki geleceğimi düşünüyordum. Anladım ki burada yapmam gerekenleri daha tamamlamadım. Yapılacak daha bir sürü şey var. Fenerbahçe ile yeni sözleşme imzalayacağım. Bu kulübü de Panathinaikos gibi bir basketbol efsanesi yapmadan gitmeyeceğim. Bu da sana verdiğim söz olsun.”
“O zaman bir söz de benden Jelko. Yarın Beşiktaş’ı yeneceğim. Fenerbahçe’yi lig şampiyonu yapacağım ve Avrupa şampiyonu yapana kadar da kulüp beni kovmadığı sürece gitmeyeceğim.” diyerek ayağa kalktı Advocaat.
İki büyük spor adamı birbirlerine başarı dileyip masadan kalktılar. İkisi de bir karar vermiş olmanın rahatlığıyla antrenman tesislerinin yolunu tuttular.
Advocaat akşam antremanı için oyuncuları etrafında toplamış yarınki maçın taktiğini anlatıyordu. Sadece taktiği anlatmıyor sanki bir yıl boyunca yapacaklarının özetini geçiyordu. Özgüveni ve rahatlığı her zaman olduğundan daha da fazlaydı. Tüm oyuncular kendisine kulak kesilmişti. Hepsinin aklında ilk önce Beşiktaş maçını kazanmak vardı ama Advocaat’ın çizdiği gelecek planı hepsinin yüzünün gülmesine, gözlerinin parlamasına neden olmuştu. Artık maçı kazanacaklarına en az Advocaat kadar emindiler.
Obradoviç restaurant’tan ayrıldıktan sonra kulüp başkanı Aziz Yıldırım’ı aramış belirttiği gibi Advocaat ile buluştuğunu ve kendisini olabildiğince motive ettiğini belirtmişti. Aziz Yıldırım Obradoviç’e bir kez daha teşekkür edip yarınki maç için locadaki yerinin hazır olduğunu belirtmişi. Obradoviç, Beşiktaş maçını asla kaçırmayacağını söylemiş, ailesi ile birlikte geleceğini eklemişti. Telefonu kapatmadan, Aziz Yıldırım’a sözleşme yenileme kararı aldığını ve avukatının kulüp ile imza işlemi için görüşeceğini söyleyip başkanı mutlu etmeyi de ihmal etmemişti.
İkilinin telefon konuşması sonrası Obradoviç’in bilmediği bir başka görüşme gerçekleştirmişti. Bu görüşme Aziz Yıldırım ve Advocaat arasındaydı. Advocaat, Obradoviç’in yeni sözleşme imzalamayı kabul ettiğini Aziz Yıldırım’a iletmiş ve “görev tamam” demişti.
Kalamış’a sadece Advocaat’a yardım için geldiğini sanan Obradoviç, Fenerbahçe Futbol Takımı’nın yükselecek olan başarısının baş mimarlarından biri olurken, kendisinin yeni sözleşme imzalaması için kurgulanan bu buluşmadan Eurolegue Şampiyonluğu’nun alındığı o unutulmaz güne kadar haberdar olamayacaktı.