Çok genel çerçeveden olaya bakacak olursak; Inferno ünlü yazar Dan Brown‘un aynı isimli romanından uyarlanan bir aksiyon macera filmi. Filmi bir metafor üzerinden anlatmak istiyorum izninizle.
Vitrindeki kıyafetin etiketinde yazan üstteki ilk cümlem olsun. Etiketi ters çevirip emeği geçenlere baktığımızda yönetmen koltuğunda çifte Oscar’lı Ron Howard; başrollerde bir diğer çifte Oscar ödüllü Tom Hanks, Oscar adayı Felicity Jones, Omar Sy, Ben Foster, Sidse Babett Knudsen ve Irrfan Khan; müziklerin başında Oscar ödüllü üstad Hans Zimmer, görüntü yönetmenliğinde Salvatore Totino gibi “hey maşallah” diyeceğimiz bir liste görüyoruz.
Fragmana bakıyoruz fena görünmüyor. Bugüne kadar izlemediysek, buyrun hep beraber seyredelim:
Sonuç olarak ürünü beğeniyoruz ve satın alıyoruz. Paketletiyoruz ve eve götürüyoruz. Daha önce yine buna benzer gerekçelerle beğenip aldığımız ama sadece bir kere giyip bıraktığımız The Da Vinci Code ve Angels and Demons gibi Inferno da eve gelince daha ilk yıkamada renk atıyor, şekli şemali kayıyor ve düğmesi kopuyor. Bu da bize bir ders oluyor.
Hiç mi akıllanmayacaksın ey Hollywood?
İşte hissettiğim durum tam olarak bu. Bir kez daha hayal kırıklığı ile sinema salonundan ayrıldım. Artık aynı ekibin daha kaç deneme yapması gerekiyor bilmiyorum ama ı ıh, olmuyor olamıyor. Ron Howard’ın kısıtlı kamera kullanımı nedeniyle en güzel görünmesi gereken geniş açı şehir enstantaneleri bile sönük kalmış. Tom Hanks gıdık bırakmış, amcalıktan dedeliğe evrilmiş, film gerilimi sürekli yüksek tutmak isteyip sığ uyku seviyesinde akıp gitmiş ve akılda kalıcı tek bir sahne dahi bırakmadan sineme tarihinin tozlu raflarında kaybolup gitmeyi seçmiş.
Sony’nin sinema departmanının ciddi bir revizyona gitmesi gerekiyor. Eldeki malzemeleri inanılmaz çar çur ediyorlar. Şu materyal Disney’de olacaktı siz o zaman görürdünüz eğlenceyi. Fark ettiyseniz filmi anlatmak dışında herşeyi yapıyorum. Hiç anlatasım yok da ondan.
Hadi biraz filmden bahsedeyim bari de canınız daha fazla sıkılmasın. Film Floransa’da, Venedik’te ve İstanbul’da geçiyor ama siz geçmiyor da kabul edebilirsiniz. Büyük kayıp olmaz sizin için. Neden derseniz; bu kadar kötü şehir tasvirleri ve sanatsal sığlık olamaz da ondan. Game of Thrones’un herhangi bir sezondaki herhangi bir bölümünde bile prodüksiyon bu filmden daha iyidir. Güzelim şehirler, güzelim atmosferler hiç edilmiş. Vasat karakter tasvirleri oyuncuları da bezdirmiş ve ortaya tv filmi seviyesinde bir film çıkmış. Valla ben konuştukça sinirlerim bozuluyor, en iyisi kısa kesmek. Zaten film ne başlarken, ne herhangi bir anında, ne de biterken tatmin hissi yaratmayı başaramıyor ya… Herneyse…
Bu filmi izlemek için sinemaya gitmenizi önermiyorum ama sinema sanatına da küsmeyin, inanmaya devam edin. Bugünleri hep beraber aşacağız. Esenlikle…
Ufuk’un Notu: 5.5/10 (6 bile vermeye gönlüm razı değil, o derece…)