Uğuldayan Kurt ateşin başında ayakta duruyor, etrafında halka oluşturan kabile gençlerini teker teker yanına çağırıp yüzlerine kil, ağaç kabuğu ve otsu bitkilerin meyvelerinden yapılmış savaş boyalarını sürüyordu. Bu ritüel devam ederken kabilenin kadınları Batı Apache dilinde ilahiler okuyup, belirli bir ritme ayak uydurarak şarkılar söylüyorlardı.
Arizona kırsalına yerleşmiş Apache kabilesinin her sene gerçekleştirdiği yetişkinlik imtihanı, ergenlik çağına gelmiş Apache erkeklerinin, heyecan ve kaygıyla beklediği büyük bir olgunluk sınavıydı. İsmi Hayalet Seremonisi’ydi bu ritüelin. Bu testi geçenler artık bir çocuk olarak değil, bir yetişkin olarak kabul görecek ve erkeklerin toplu gerçekleştirdiği avlara iştirak edebileceklerdi. Kabilenin yetişkin erkeklerinin Hayalet Seremonisi’ne katılması ise yasaklanmıştı. Gençlerin sınavdan başarıyla geçmiş birinden yardım almadan, kendi başlarına ritüeli tamamlamaları gerekiyordu. İşin içine hile karıştırarak başarıya ulaşmak büyük bir suçtu ve kabileden aforoz edilmeye kadar giden sonuçlara neden olabiliyordu. Bu yüzden yetişkin erkekler seremoni başlamadan önce toplu halde köyü terk ederlerdi. Bu seneki Hayalet Seremonisi başlamadan önce de köyden çıkmışlardı. Aynı şekilde, çocukların ve henüz anne olmamış kadınların da ritüele katılmaları yasaktı. Onlar da ortalarda görünmüyorlardı.
Seremoninin başı olarak sınavda yapılması gerekenleri anlatmaya hazırlanan Uğuldayan Kurt etrafını sarmış gençleri iki adım önünde sıraya dizdi. Savaş boyaları sürülmüş beş genç Apache erkeğinin yüzünden iç içe geçmiş gurur, endişe ve hırs okunuyordu. Dolunayın karanlık bozkırları aydınlattığı, ateşin gölge diyarlara can verdiği, yıldızların pusula görevi gördüğü bu kıymetli gecede, doğa ana ve ruhlar beş gencin geleceğini çizmeye hazır görünüyordu.
Bükülen belinin artık dikleştiremediği bedenini, dayandığı ritüel sopasından aldığı destekle ayakta tutmaya çalışan Uğuldayan Kurt, seremoninin beş genç Apache için öneminden bahsederek sözlerine başladı. Onun konuşmaya başlayacağını anlayan Apache kadınları, şarkılarına son verdiler.
“Bugün burada, ateşe sırtlarını vermiş beş çocuk duruyor karşımda. Erkekliğe uzanmak için ellerini açıp bize ve ruhlara yalvarıyorlar,” diyen Uğuldayan Kurt, kollarını kaldırdı ve ellerini göğe doğru açtı. Ardından kollarını indirdi ve sağ eliyle karşısında duran beş genci sırayla işaret etti. “Sarı Ayı, Uzun Kuyruk, Beyaz Şahin, Tüylü Yılan ve Çağlayan Nehir… Hayalet Seremonisi’nde başarılı olursanız, erkekliğe adımınızı atacaksınız. Ayrıca, kabilenin bir parçası olarak kalabilmek için Hayalet Seremonisi’nde size verilen görevi layıkıyla tamamlamanız ve aramızdaki yerinizi ispat etmeniz gerekiyor. Bu ruhlar zamanından beri böyle gelmiş, böyle giden bir gelenektir. Güneş’in her yeni gün bir kez daha doğacağı kadar değişmez bir gerçektir.”
Sarı Ayı ve Uzun Kuyruk dikkatle Uğuldayan Kurt’u dinliyorlardı. Ağzından çıkacak her kelimenin Hayalet Seremonisi için hayati bir öneme sahip olabileceğinin farkındaydılar. Beyaz Şahin ve Tüylü Yılan ise oldukça gergin görünüyorlardı. Her gece gök kubbeyi saran yıldızlara bakarak yan yana avlara katılacakları günlerin düşlerini kurarak büyüyen iki can dost, Hayalet Seremonisi’ne katılmak üzere ateşin yanına beraber gelmiş, birbirlerine sarılmış ve ruhların sınav boyunca yanlarında olmalarını dilemişlerdi.
Çağlayan Nehir dörtlünün bir adım sağında yer alıyordu. Kısa boyu nedeniyle diğerlerinden ayrılıyordu. Kuvvetli ya da atik de değildi. Fiziksel gücü sınırlıydı. Diğer dört gençten herhangi biri teke tek bir dövüşte onu kolayca alt edebilirdi. Fakat onun farklı bir yeteneği vardı. Liderlik vasıfları çok üst düzeydi. Pragmatik düşünme ve sonuç odaklı planlar yapma konusunda oldukça yetenekliydi. Küçük yaşta ortaya attığı yaratıcı fikirler, köyde kulaktan kulağa yayılmıştı. Sulama sistemini iyileştirip tarımsal ürünlerin verimini arttırmaya, köyün beklenmedik bir saldırı altında kalması durumunda komşu köyleri hızla haberdar etme ve yardım isteme amacıyla gözcü kuleleri ağı kurmaya ve kabileler arası sosyoekonomik ilişkileri geliştirmeye yönelik ufuk açıcı yaklaşımları ile yaşından beklenmeyecek laflar eden bir genç olarak ün salmıştı.
Çağlayan Nehir, Uğuldayan Kurt’un konuşması boyunca kafasını yukarı kaldırmış ve gözlerini yıldızlara dikmişti. Aklında tek bir şey vardı; ruhların ondan atmasını isteyecekleri bir sonraki adımın ne olacağı…
Uğuldayan Kurt beş gencin Hayalet Seremonisi’ndeki görevlerini vermeye başladı. O sırada nefesler tutulmuştu, ağaç dallarına tünemiş merakla seremoniyi takip eden baykuşların bile sesi kesilmişti.
Uğuldayan Kurt, Sarı Ayı’ya ve Uzun Kuyruk’a döndü. “Sarı Ayı ve Uzun Kuyruk, göreviniz yıllardır kayıp olan Kaplanın Ruhu’nu bulup, ait olduğu yere, kabilemize geri getirmektir. Bu son derece zorlu ve tehlikeli bir görevdir. Her türlü düşmana karşı hazırlıklı olmalı ve gözünüzü dört açmalısınız.” Ağırlığını diğer bacağına verip devam etti. “Kaplanın Ruhu’nu bize getirmek ve Hayalet Seremonisi’ni tamamlamak için bir sonraki gün batımına kadar süreniz var.”
Sarı Ayı ve Uzun Kuyruk anlamamış gibi önce birbirlerine ardından da Uğuldayan Kurt’a baktılar. Uzun Kuyruk, “Kaplanın Ruhu’nu Sarı Ayı ile birlikte mi bulmamızı istiyorsun Uğuldayan Kurt?” diye sordu şaşkınlıkla.
Köyün bilgesinin yanıtı netti. “Hayır, birlikte bulmanızı istemiyorum. İkinize aynı görevi veriyorum. Sadece bir tane Kaplanın Ruhu olduğuna göre bu sınavın sonunda sadece biriniz kabilede kalmaya hak kazanabilecek. Kazanan kabilenin bir üyesi olacak, kaybeden bir sürgün hayatına mahkûm olacak.”
Sarı Ayı ve Uzun Kuyruk dehşet içerisinde kalmışlardı. Uğuldayan Kurt, iki gencin önce Kaplanın Ruhu’nu bulmasını ardından kabiledeki yerleri için gerekirse ölümüne bir dövüşe tutuşmalarını istiyor gibi görünüyordu. Seremoni başlamadan önce şarkılar söyleyen Apache kadınlarının içerisinde haykırışlar, ağlamaklı sesler duyuldu. Sarı Ayı ve Uzun Kuyruk’un anneleri Uğuldayan Kurt’un söylediklerini duyar duymaz yıkılmışlardı. Oğlanların sadece birine kabilede yer vardı, ruhlar böyle uygun görmüştü. Anneler oğulları ile gurur duyuyorlardı, başaracaklarına yürekten inanıyorlardı ama evlatlarını bir daha görememe riski kahrolmalarına yetmişti.
“Görevi kabul ediyor musunuz?” diye sordu Uğuldayan Kurt iki gence duygusuz gözlerle bakarak. “Eğer reddederseniz, ikinizi birden kabileden sürmek zorundayım.”
Sarı Ayı ve Uzun Kuyruk, göz göze geldikten sonra büyük bir gururla Uğuldayan Kurt’a döndüler. “Görevi kabul ediyoruz.”
“Uğuldayan Kurt, “Pekâlâ o zaman,” dedikten sonra ikiliyi Kaplan’ın Ruhu’nu bulmaları için sürelerinin başladığını tebliğ etti. “Kayıp ruhu bulun ve ait olduğu yere getirin.”
Sarı Ayı ve Uzun Kuyruk, Uğuldayan Kurt’a Apache’lere özgü bir şekilde selam verdikten sonra koşarak köyden uzaklaştılar ve karanlığın içerisinde kayboldular.
İkilinin uzaklaşmasının ardından şaşkınlıkla bakakalan Beyaz Şahin’in içini bir endişe kaplamıştı. Sarı Ayı ve Uzun Kuyruk yakın arkadaş olmamalarına rağmen aynı görevi almış, birbirlerine rakip olmuşlardı. Seremoni sonrasında da bir tanesi kabileyi terk etmek zorunda kalacaktı. Aklında bu durumu geçiren Beyaz Şahin kendisi ve Tüylü Yılan gibi iki yakın dostun da benzer bir görev ile karşı karşıya kalacakları sonucuna vardı. Bizi birbirimize düşürecekler. Derin bir nefes alarak Uğuldayan Kurt’un ağzından çıkacaklara kilitlendi. Tüylü Yılan da aynı şekilde köyün bilgesinin dudaklarından çıkacak sözcükleri duymayı bekliyordu.
“Beyaz Şahin,” diye seslenen Uğuldayan Kurt yüzünü oğlana döndü. Beyaz Şahin cevap olarak büyük bir özgüvenle çenesini yukarı kaldırdı. Yüz kaslarının gerildiğini hissediyordu. Sınav ne olursa olsun kabilede kalmak için elimden geleni yapacağım.
“Ruhlar senden dünyanın en hızlı kaplumbağasını bulup bize getirmeni istiyorlar,” çıktı Uğuldayan Kurt’un ağzından.
Beyaz Şahin olduğu yerde kıpırtısız duruyordu ama göz bebekleri göz çukurunda çılgınca hareket ediyordu. Ruhların ve Uğuldayan Kurt’un kendisini nasıl bir belaya soktuğunu anlamaya ve çözüm üretmeye çalışıyordu genç oğlan.
Uğuldayan Kurt, “Yarın günbatımına kadar bize dünyanın en hızlı kaplumbağasını getirmen gerekiyor,” dedi sakince. “Kaplumbağayı zamanında getirmeyi başarırsan, kabiledeki yerini kazanırsın. Eğer başaramazsan, köyü terk etmek için on iki saat süren olacak,” diye ekledi. “Hayalet Seremonisi’ndeki görevini kabul ediyor musun?”
Beyaz Şahin tereddüt dahi etmeden yanıt verdi. “Görevi kabul ediyorum Uğuldayan Kurt. Yarın gün batımına kadar dünyanın en hızlı kaplumbağasını ateşin yanına getireceğim.” Bir de lanet kaplumbağayı nerede bulacağımı bilseydim keşke…
Beyaz Şahin, Tüylü Yılan’la göz göze geldikten sonra koşarak ateşin başından uzaklaştı ve kendisine verilen görevi yerine götürmek üzere karanlığa karıştı.
Uğuldayan Kurt, Tüylü Yılan’a döndü. “Senin görevin de dünyanın en yavaş tavşanını bize getirmektir.”
Tüylü Yılan bunu beklemiyordu. İhtiyar, yine ne oyunlar çeviriyorsun? Verilen görevi birkaç saniye düşündü. Arkasındaki ateşin önüne düşürdüğü dans eden gölgesine baktı. Gözlerini kapattı. Kafasını kaldırıp gözlerini açtı ve Uğuldayan Kurt’a odaklandı. “Görevi kabul ediyorum Uğuldayan Kurt.”
“O zaman ruhlar seninle olsun,” dedi Uğuldayan Kurt oğlanı erkeklik görevine doğru yolcu ederken.
Geriye bir tek Çağlayan Nehir kalmıştı. Babasını hiç tanımamış, annesi o daha bebekken ateşli bir hastalıkla ruhlar alemine geçmiş Çağlayan Nehir’deydi sıra. Uğuldayan Kurt, bebeklikten bugüne kadar kendi çocuğu gibi büyüttüğü oğlanın bir gün Hayalet Seremonisi’nde karşısına geleceğini elbette biliyordu. O gün geldiğinde adaletten ve eşitlikten ödün vermeden ruhların taleplerini ona aktaracağına söz vermişti. İçi içini yese de, en zor görevi ona vermekten çekinmeyecekti. İşte o an gelmişti.
“Çağlayan Nehir,” dedi Uğuldayan Kurt. Gözlerini oğlanınkilere sabitledi. “Ruhlar seni sınamak istiyorlar.”
Çağlayan Nehir zekayla parıldayan gözlerini Uğuldayan Kurt’un asasına çevirmişti. Ne kadar az ayakta kalırsa, o kadar az yorulur. “Ruhların bana vereceği görevi kabul ediyorum.”
Uğuldayan Kurt onunla gurur duyuyordu. Köyün en zeki beyinlerinden birisinin çocukluktan yetişkinliğe doğru gelişimine yakından tanık olmak tarifsiz bir duyguydu. Hem de onu koruyup kollayacak anne ve baba figürlerine sahip olmadan bu parıltıyı korumuştu Çağlayan Nehir.
Asasına biraz daha sıkı sarılıp belini iyice doğrulttu Uğuldayan Kurt. Bu hareket sonrası Uğuldayan Kurt’un acıyla dişlerini sıktığını gördü Çağlayan Nehir. Yeter, uzatma artık.
Uğuldayan Kurt gözlerini kapattı. “Ruhlar, babanı bulmanı istiyor,” dedi usulca. “Onu bul ve köye getir Çağlayan Nehir. Bırakıp gittiği oğlunun Hayalet Seremonisi’ni başarıyla bitirdiğini görmesini sağla. Ruhlar senden bunu istiyor.”
“Peki ya bulamazsam?” diye sordu Çağlayan Nehir. Uğuldayan Kurt’un başarısızlığın sonucunu yüzüne söylediğini duymak istiyordu.
Uğuldayan Kurt sakinliğini korumakta zorlanıyordu. “Eğer babanı bulamazsan, onun kaybolup gittiği gibi sen de bu köyün hafızasından yok olup gideceksin.” Lütfen bul onu.
Duymak istediği buydu. “Görevi kabul ediyorum,” dedi Çağlayan Nehir kendinden emin bir sesle. Karanlığa doğru koşarken gözlerinden dökülüp toprağa düşen yaşlar ona köyün yolunu gösteren ekmek kırıntılarına benziyordu. Gecenin ardına geçmeden önce geriye dönüp baktığında, gözleri dolmuş Uğuldayan Kurt’un onu izlediğini gördü. İkisi de Çağlayan Nehir’in bu kadar kısa sürede babasını bulamayacağını biliyordu. Bu bir elvedaydı. Ruhlar böyle uygun görmüştü.
Çağlayan Nehir kendisini Apache kabilesinin liderliğine götürecek yolculuğa işte o gün çıkmıştı. Uzun arayışlar sonrasında babasını bulacak, ölmüş ruhuna selam duracaktı. İleri görüşlülüğü ve icatları ile birçok insanın hayatını kurtaracak, Batı Apache kabileleri tarafından “Çözüm Bulan” lakabını alacaktı. Köyüne geri döndüğünde ise Uğuldayan Kurt’un onun gidişinden birkaç gün sonra hayatını kaybettiğini öğrenecekti. O sene Hayalet Seremonisi’ndeki beş çocuktan hiçbiri başarılı olamamıştı. Çünkü ruhlar “Adalet!” demişti. Ya da Uğuldayan Kurt öyle uygun görmüştü…
***
Bu öykü ilk olarak Aylık Öykü Seçkisi’nin Mayıs 2018 sayısında yayımlanmıştır.