Bir sanal dünya düşleyin, okula oraya gittiğiniz, ofisinizin içinde olduğu, hayatı sanalda yaşadığınız… Gerçek dünyanın fiziksel, dogmatik ve ahlaki kısıtlamalarının hiçbirinin olmadığı sonsuz büyüklükte bir sanal evren. Kulağa fena gelmiyor, değil mi? Artık hangi dünya gerçek hangisi sanal karar veremediğiniz bir ikilem içerisinde kaldığınızı hayal edin. Peki bir anda birisi fişi çekse ve o sanal dünya ile tüm bağınız kesilse ne yapardınız? Sizin için artık sanal değil, yaşamınızın ta kendisi elinizden alınsa… ne yaparsınız?
Ready Player One bu soruya cevap aramıyor ama arasa hiç fena olmazdı. “Buna karşılık ne yapıyor Ready Player One?” derseniz, 2045 yılına gelindiğinde, tüm dünyayı etkisi altına alan bir sanal gerçeklik dünyası olan Oasis’in hangi güç tarafından kontrol edileceğini son derece naif bir biçimde işlemekle yetiniyor. Otoriter, çıkarcı devasa şirketler mi, yoksa özgür birey mi bu büyülü dünyanın sahibi olacak?
Bize kendini tanıtır mısın Ready Player One?
Ready Player One 2011 yılında Ernest Cline tarafından kaleme alınmış fantastik bir romandır. 2018 yılına geldiğimizde ise bu roman Steven Spielberg’ün ellerinde aşağı yukarı 500 milyon dolar bütçeli dev bir yapım olarak sinemalardaki yerini alıyor. Kitabı Audible üzerinden Wil Wheaton’ın sesinden dinlemiş ve keyif almış bir kişi olarak, Ready Player One’ı vizyona girdiği ilk günlerde izlemem kaçınılmaz olmuştu. Nitekim, ben de durur muyum, yapıştırdım bileti, koyuldum sinema salonunun yollarına.
Ready Player One görsel şölenine hoş geldiniz!
Hiç abartmadan söylüyorum: Ready Player One’ı bulabileceğiniz en büyük IMAX salonda izlemelisiniz. Son dönemde üç boyutlu sinemanın ve IMAX’in hakkını bu kadar verebilen başka bir film hatırlamıyorum. Evet Dunkirk’ün IMAX deneyimi muazzamdı ama Ready Player One’ın bilgisayar efektleri ve barındırdığı rengarenk atmosferin keyfini IMAX’te çıkartmak bambaşka bir tecrübe. Hatta mümkünse 4DX’e gidin. İyice hissedin, damarlarınızda gezinen adrenalini.
Filmin görselleri kadar barındırdığı popüler küldür referansları da bir acayip. 70’ler, 80’ler, 90’lar, 2000’ler ve 2010’lardan, şimdi sayamayacağım kadar karakter filmde kendini gösteriyor. Tabi bunda filmin köklerinin bağlı olduğu romanın etkisi büyük. Orada da gökten yağmış gibi referanslar vardı.
Ready Player One, Oasis isimli sanal gerçeklik sisteminin kurucusu James Halliday’ın ölümü sonrası, ölmeden önce Oasis’in içine bıraktığı sürpriz yumurtanın peşinden giden insanların mücadelesini konu alıyor. Halliday’in tam bir popüler kültür manyağı olması ile birlikte, tüm maceranın teması bu konseptte öğelerle dolup taşıyor. Kitaptan spoiler vermek istemiyorum ama şunu bilmek önemli; filmin uyarlandığı eserden tamamen ayrıldığı noktalar olduğu kadar, onu kopyaladığı kısımlar da mevcut. Bunları konuşmamıza gerek yok. Filmi izler, kitabı okur karşılaştırmayı kendiniz yaparsınız.
Ernest Cline’ın kitaptaki en büyük başarılarından biri Oasis’i kusursuz bir şekilde tasvir etmesiydi. Steven Spielberg’in de bu konuda son derece başarılı olduğunu belirtmek gerekiyor. Oasis müthiş tasarlanmış. Karakterleri, mekanları, efektleri ile sanal gerçeklik gözlüğümüzü takıp içine dalasımız geliyor. Gerçekten leziz.
Zurna burada zırt diyor
Steven Spielberg kitaptan başarılı bir şekilde kopyaladığı evreni sinematografik olarak maalesef zayıf bir kurgu ile sinemaya aktarmış. Hiçbir derinliği olmayan yan karakterler, vasat gerçek dünya tasvirleri, fazla hızlı temposu ve empati kurmamıza dahi imkân vermeyen kopuk kurgusu ile bu açıdan beni tatmin etmekten oldukça uzaktı.
Evet, tanıdık çizgi roman kahramanlarını, film karakterlerini ve bilindik manzaraları görmek güzel ama bu atmosfere uyan akıcı ve sürükleyici bir hikâyeye tanık olmak istiyor insan. Ben bunu bulamadım Ready Player One’da. Şahane görselliğe tutuldum, tanıdık tınılara kulak kesildim ama film benimle duygusal bir bağ kuramadı. İçine giremedim bir türlü.
Tüm bunlara rağmen, keyifli bir sinema deneyimi yaşadığım kesin. Benim beklentim, yönetmen koltuğunda Spielberg’ün oturuyor oluşundan dolayı, biraz daha iyi bir film görmekti. Lakin şu haliyle bile başarılı bir kitap uyarlaması olduğunu söylemeliyim. Hakkını yemek olmaz.
Filmi izlerken, zaman zaman çocukluğunuza döneceğinizi fark edeceksiniz. Kitabı okurken çok sık tanık olduğum bir histi bu. Filmde de beni çocukluğuma döndüren nostaljik anlar oldu. Fakat bu his Spielberg’ten çok Ernest Cline’ın romanının başarısı (Hatta o nostalji hissi kitabın başarısının ardındaki sır bence).
Ready Player One çok daha büyük bir potansiyeli sahipken bir parça hayal kırıklığı ile sinema salonlarından yolcu ediyor bizi. Filmden çıkarken buruk bir mutluluk duymamıza sebep oluyor. “Daha iyi olabilirdi,” diyoruz kısık bir sesle. Yine de hiç yoktan iyidir. Ne kötü kitap uyarlamaları gördü bu gözler…
Ufuk’un Notu: 7.5/10
Not: Bu yazı geçen hafta Kitap Cafe’de paylaştığım incelememin gözden geçirilmiş halidir.
Kesinlikle! Aynı fikirdeyim o duyguyu bende hissettim. Filme giderken bile kalbim deli gibi çarpıyordu heyecandan. İki kere aynı heyecanla okuduğum kitabın üstüne bariz hayal kırıklığı ile çıktım sinemadan. Ancak dediğin gibi J.Cameron’un Avatar’ından ve sonra en çok şahane grafiklerle süslü 3D nin hakkını veren güzel bir yapımdı.
Özellikle o Ir0k saçmalığı ve ilk kapı deli etti beni. Hadi Ir0k da bir derece ama o ilk kapı nedir abi öyle ya. Kitapta ne ara okuyup geçtiğimi anlayamadığım bir yeri bu kadar basite indirgenmesi hiç hoş gelmedi bana. o Güçlü OG’un doğum günü partisini aynen yapılabilirdi ki şahane de olurdu! Hatta epik ötesi olabilirdi.
İşte filmin asıl sorunu da senin de dediğin gibi sanki daha iyisi olabilecekken potansiyelin altında kalmış harika bir filmdi. Nerdeyse efsane olabilecekken iyi film olmakla yetindi.
Belki kitabın sunduğu o muazzam güzelliğin yanında sönük kalmış da olabilir. Sonuçta hiçbir film insanın hayal gücünden harika olamayacağı kesin.
Aynı fikirde olmamıza sevindim. :)
Keşke üzerine daha uzun süre düşünülmüş bir uyarlama olsaymış. Şu haliyle kült bir film olmaktan bir hayli uzak maalesef. Ancak bizim gibi kitabını sevmiş, filminden de bir beklenti içine girmiş kitleyi kendine çekebildi. Romanı okumadan giden birisinin, “güzel görünen, vasat bir filmdi”den ötesini söyleyeceğini sanmıyorum. Anahtar ve kapıların değiştirilmesini bir yere kadar kabul edebilirim. İsim hakları, görsel ve anlatım sıkıntıları ağır basmış olabilir.
Yine de benim keyif aldığım bir filmdi. Her ne kadar daha fazlasını beklemiş olsam da…