Captain Fantastic süper kahraman filmine ait bir isimmiş gibi görünse de karşımızda hiç de öyle olmayan bir film var. Viggo Mortensen‘in müthiş bir peformans ile hayat verdiği Ben Cash, altı çocuğu ile birlikte şehirden uzak orman içerisinde bir hayat sürmektedir. Gün içinde çocukları ile hayvan avlayıp, onların yakın dövüş, bıçak kullanma, tırmanma, koşma ve doğayı tanıma gibi yeteneklerini geliştirmeye çalışır. Akşamları ise felsefe kitapları okunur, fizik ve kimya kurcalanır, şarkılar söylenir ve derin tartışmalara girilir. Çocuklarını “evde okul” konseptinde eğiten Ben, kapitalizmi ve şehir hayatını çocuklarından uzak tutmaya, eğitimlerini kendi vermeye çalışır.
Aslında Captain Fantastic, fantastik bir babanın çocukları ile ilişkilerine odaklanan, günümüz “normallerini” yüzümüze vuran, yaşamımızı kendi seçimlerimizle mi yoksa başkalarının bizim adımıza seçtiği şekilde mi yaşadığımızı sorgulatan keyifli ve sıcak bir film.
Filmin hem yönetmeni ve hem de senaristi Matt Rose, ağır bir film yapmak istememiş. Güzel kamera açıları ile, görsel açıdan kuvvetli bir film ortaya çıkartıp, bildiğimizin dışında bir hayat yaşayan bir aileyi mercek altına almış. Cash ailesinin duygularına ortak olmamızı istemiş. Başarılı da olmuş.
Matt Rose ayrıca neyin doğru neyin yanlış olduğunu açık ve net bir şekilde belirtme gereği duymamış. Herkesin kendi düşüncesini ortaya koyabileceği bir açıklık göstermiş. Neden böyle söyledim? Çünkü katılıp katılmamanın size kalacak bir sürü karar alınıyor filmde. Özellikle de Ben Cash’in kararlarının çoğunu sorgularken bulacaksınız kendinizi. Bazen imrenip, bazen ayıplayacaksınız. Ama emin olacağınız tek bir şey olacak; Ben’in çocuklarına olan sevgisinin yoğunluğu. En başta da belirttiğim gibi Viggo Mortensen hem sevgi dolu, hem korumacı, hem disiplinli hem de kararlı bir portre çizmiş ve filmin lokomotifi olmuş. Çocuk oyuncuların da gayet iyi iş çıkardığını eklemek gerekiyor. Stranger Things sonrası bir yapımda daha çocuk oyuncuların iyi performans göstermiş olması, yeni gelecek nesilden müthiş ümitli olmama vesile oluyor.
Çocukların annesinden hiç bahsetmedim. Filmin ana ekseninde önemli bir rolü olduğu için süprizi bozmak istemiyorum. Filmi izleyip anne hikayesinin nasıl sonuçlandığını kendiniz görün.
Captain Fantastic, katıldığı festivallerde övgü dolu eleştirileri cebine koymuş bir bağımsız film olarak ilginizi bekliyor. Filmi izlerken bana Little Miss Sunshine‘ı çağrıştıran çok sayıda sahne oldu. O da çok beğendiğim bir filmdir. Not düşmüş olayım.
Ufuk’un Notu: 7.5/10
Aslında film.n kurgusu tamamen bir saçmalığın üstüne kuruluydu. Madem öyle dağda taşta yaşayacaksın, tıpkı bir köy hayatı, hatta daha da gerilere ta ilkel topluma dek uzanacaksın sonra da çocuklarını 6 dil öğreteceksin. Madem bir şirkette çalışmayacaklar ne yapacaklar o altı dille? Ya da insan hakları evrensel beyannamesini bilecekler de ne olacak? Geyiği daha mı kolay avlayabilecekler. Yolunu kaybetmiş, saçma bir filmdi benim için. İşin garibi ençok tüketen, gece hayatının müdavimi aydınlarımız çok sevdi bu filmi. Komik şu bizim aydınlar. AFilmden sonra da bir kokteyle gitmişlerdir illaki.
Ben o noktaya hiç takılmadım açıkçası. Olabildiğince rafine bilgi, temel yaşamsal ihtiyaçlar ve sorgulama güdüsü ile yetiştirmeye çalışıyor çocuklarını. Onlarıuzak tutmaya çalıştığı konulara bakarsak; gereksiz bilgiler, yararsız besinler ve vaktini boşa harcama olarak sıralayabiliriz. Sanırım kimse çocuğunu bunlardan uzak tutuyor diye sorgulanamaz. Babanın yaklaşımının uç noktada olmasının sonucunu da filmin sonunda görüyoruz. Bu açıdan tutarlı ve mantıklı bir kurgu olduğunu düşünüyorum.
Sanırım beğenen kitlenin bir bölümü “Evi arabayı satıp bir dağ evine yerleşir yaşarım”cı hayalperestlerden oluşuyor. 24 saat katlanamayacakları bir hayata özeniyorlar. Onu da 3 saat deneyimleyip tükürüp kenara atacaklar daha aroması bitmemiş ciklet gibi. Ne mutlu ki ben filmi bir çok açıdan beğendim ama dağa yerleşme sevdalısı değilim. :)