New Yorker’ın sitesini takip ediyor musunuz bilmiyorum ama bilim, sanat ve inovasyon ile alakalı paha biçilmez güzellikte ingilizce makaleler yayınlıyorlar. Elimden geldiği kadarıyla göz gezdiriyor, hoşuma giden makaleleri müsait bir vakitte okumak üzere Evernote’uma atıyorum. Bugünden itibaren e-posta üyeliklerine katıldım, artık ben onları ziyaret etmeyeceğim onlar bana e-posta atacaklar. Kendileriyle ilişkimizi bir adım ileriye taşıdık.
New Yorker’da 19 Mayıs 2014’te yayınlanan bir makalede geçmişte yaşadığımız ve unutamadığımız kötü, mutsuz ve trajik anıların bizde yarattığı duyguların, bu anıları nasıl hatırladığımızı değiştirdiğimiz takdirde farklılaşabileceği konusunda yapılan çalışmalar harika anlatılmış. Sanki bir öykü ya da romanın bir bölümünü okur gibi okudum desem yeridir. Yazı biraz uzun ama okumaya değer.
“Özet geçsene” diyenler için; makalede Nazi soykırımından kaçan bir babaya sahip bir bilim kadınının, babasının anılarını hiçkimse ile paylaşmaması üzerinden hareket ederek, insanların yaşadığı trajik hatıraları tetikleyip bu sefer hatıraların bağlı olduğu duygularla değil, farklı duygular ile etkileşime girmesini sağlaması ve bunun sonucunda anıların bağlı olduğu duyguları yeni ve daha olumlu duygular ile değiştirmeye yönelik çalışmaları anlatılmış.
Eternal Sunshine of Spotless Mind‘ı çağrıştıran bu çalışmaların gelecekte ne gibi gelişmelere gebe olacağını kestirmek neredeyse imkansız. Bir gerçek varsa o da bu ve bunun gibi deneyler ile insanın hayata bakışının ve algısının olumlu ya da olumsuz manipüle edilmesinin önünün açılacağıdır. Bilimin amacı insan yaşamına fayda sağlamak ama keşke herkesin mutlak hedefi bu olsa…