Beynimizin Pixar kelimesini duyunca çağrışım kitabından hangi kelimeleri çağırdığını bir düşünelim; Animasyon, sinema, film, komedi, renkler, güzel film, oscar, disney, karakterler, toy story, keyif, fikir, duygu… Bu listedeki çağrışımlar konusunda aşağı yukarı benzer fikirlere sahip olduğumuzu düşünüyorum. Pixar’ın bilgisayarda veri işler gibi hepimizi nasıl işlediğini görebiliyor musunuz? Yaptıkları her film ile bu ve buna benzer kelimeler ile yanyana geliyor olmaları bile muazzam bir başarı. Peki bu kadar mı? “Pixar daha ne yapabilir?” diye düşünürken her seferinde çıtayı daha da yukarı kaldırmak nedir? Aklımızdan Pixar ile ile alakalı bunlar geçerken, Pixar elbette boş durmamış ve beynimizin içine kamera yerleştirip bizi izlemiş. Hiç utanmamış, resmen duygularımızla oynamış. Yetmemiş bir de filmini çekmiş. Inside Out, işte bu film.
Pixar’ın fikir ekibinin başı John Lasseter yukarıda teknoloji ve sanatın birbirini tetiklediğini ve içiçe olduğunu belirtmiş. Ne kadar da doğru bir söz. Pixar işte tam bu noktadan vuruyor. Teknolojiyi kullanarak bir sanat icra ediyor. Bunu yaparken de kendini hem sanatçının hem de izleyicinin yerine koymayı başarıyor. Yaptıkları her filmin ödüllere boğulmasının sırrı da burada yatıyor.
Inside Out, basit ama dahiyane bir fikirden yola çıkıyor. Hepimizin bildiği gibi duygularımız kontrolü ele aldığında hormonları devreye sokup vücudumuzu yönetmeye başlıyorlar. İşte Inside Out o bizim kontrolümüzü ele alan duygularımızın beynimizin içindeki komuta merkezindeki davranışlarını anlatıyor. Joy (Eğlence-Keyif), Sadness (Mutsuzluk), Fear (Korku), Anger (Öfke) ve Disgust (İğrenme-Nefret) babasının işleri dolayısıyla çok sevdiği ve 11 yaşına kadarki tüm anılarına ev sahipliği yapmış Minnesota’dan ayrılıp San Francisco’ya taşınan Riley’in duygularını temsil ediyor. Bizler de bu taşınmanın Riley ve duyguları için göründüğü kadar kolay olmadığını izliyoruz.
Filmde, beynimizin çalışma prensipleri, duyguların kontrolümüzü birer birer ele aldıkları durumlarda dış dünyaya nasıl tepkiler verdiğimiz, rüyaların nasıl üretildiği ve anılarımızın nasıl saklandığı gibi konularda muazzam bir kurgu var. Bu noktada parantez açıp Inside Out’taki tüm göndermelerin bir tek izleyiş ile yakalanabileceğine inanmadığımı belirtmek istiyorum. Film en az iki (rakam ile de yazayım da gözden kaçmasın 2) kere izlenmeyi sırf bu olağanüstü detayları için bile hak ediyor.
Hemen her Pixar filminin sahip olduğu alametifarika dokunuşları Inside Out’ta da görüyoruz. Müthiş karakterler ve o karakterlerin harikulade gelişiminin işlenişi, bizi bir duygudan bir duyguya iten geçişler, kendi çocukluğumuza ve yaşadıklarımıza dair bulduğumuz ufak anı parçacıkları gibi ayrıntılar bizi filme her geçen dakika daha da bağlıyor. En önemlisi de Pixar animasyonları, her ne kadar kurgusal bir dünya ve karakterler barındırsa da, tamamen hayatın içinde yaşanan gerçeklere bağlanıyorlar. Ben işte buna bitiyorum arkadaşlar. Inside Out’un sonunu izlediğinizde ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız.
Inside Out, büyük küçük demeden herkesin izlemesi gereken bir şaheser. Bir animasyondan bekleyebileceğiniz herşeyi fazlasıyla karşılayan bir eser. Blu-Ray’i alınıp arşivde tutulacak kalitede bir filmden bahsediyorum.
Not: Filmin sonunda jenerik akarken ki kedi-köpek göndermeleri gülmekten sandalyeden düşürüyor, sakın atlamayın.
Ufuk’un Notu: 9/10
Inside Out Fragmanı
Son Dilim
Pixar 27 Ekim’de Inside Out’taki duygularımız Star Wars: The Force Awakens fragmanını izlediği bir video yayınladı. Eğlenceli olmuş. Buyrun: