Şöyle bir geriye bakıp yedi seneden fazladır yurt dışında olduğumu görünce kendim de inanamıyorum bu duruma, bayağı olmuş hakikaten…
Nasıl yurt dışına açıldığımı, ilk anlardaki duygularımı hatırlıyorum da… İlk çıkışımı Libya’ya, tam da Arap Baharı başlarken yapmış ve ayaklanmaların Libya’ya uzanması ve hatta tüm ülkeye yayılması ile geride bir bavul eşya bırakarak apar topar Türkiye’ye dönmüştüm. Onun ardından da birkaç ay Türkiye’de dinlendikten sonra kendimi Katar’da buldum ve o gün bugündür Katar’dayım.
Libya için uçağa bindiğimde (ki uçağa ilk binişimdi ve çok heyecanlıydım. Uçak korkum olup olmadığını da görecektim) bu çıkış ile leyleği havada göreceğim ve artık yurt dışında yaşayan birisi olacağım doğmuştu içime. Aslında ilk hedef dövizli askerlik için yetecek kadar kalıp dönmekti ama koşullar insanı başka yöne çekince, ilk alınan kararların bir önemi kalmayabiliyor.
Yurt dışına çıkmamın, ayaklarım üzerinde durma, beni sarmalamış günlük problemlerimden sıyrılma ve yeni bir “ben” yaratma için en doğru karar olduğunu düşünmüştüm. Yurt dışında (hangi ülke olduğunun pek bir önemi yok, insan kendi dışında herkesin mutlu bir hayat sürdüğünü sanıyor) yaşayan akrabalarımın bana mutlu ve huzurlu görünen hayatları, benim Türkiye’deki monoton yaşantıma kıyasla bayağı ilgi çekici ve de eğlenceli duruyordu. Zaten bir kabuğumu kırma arayışı içinde olan ben, karşıma çıkan ilk fırsatta soluğu havalimanında almıştım.
Aradan geçen yedi yıldan sonra yurt dışına çıkmış olmaktan memnun muyum? Cevabım evet, memnunum. Ama bu, aynı yola baş koyan herkesin benim gibi memnun olacağı anlamına gelmiyor. Tamamen benzer bir yurt dışı hayatı yaşayıp, bambaşka hisler içerisinde olabiliyor insan. Yani memnuniyet derecesi biraz sübjektif ve insanın beklentilerine, ideallerine ve sabrına göre değişkenlik gösteriyor.
Yurt dışına çıkmadan önce ne gibi zorluklar ile karşılaşabileceğimi aşağı yukarı tahmin ediyordum. Fakat, beklentimin çok üzerinde ters köşe durumlar ile karşılaştım. Sonunda, “En iyi program, hiç program yapmamak,” diyecek noktaya geldim. Libya’daki ayaklanma buna güzel bir örnek.
Yurt dışında yaşamak insanı olgunlaştırır
Yurt dışının insanı olgunlaştırdığı söylenir. Kim demişse süper tespitte bulunmuş. Artık yıllardır yanınızda olan aileniz yoktur mesela. Öyle bir koyar ki bu insana… En zoru da ilk hastalıktır yurt dışında. Kolunuzu kaldıramaz, ateşler içerisinde yatarsınız, burnunuz akar, her yeriniz ağrır ve size çorba yapacak bir Allah’ın kulu yoktur etrafınızda. O halde, evinize yakın çorba yapan bir yer ararsınız. Dandik bir yer bulur iki kaşık ne olduğunu anlamadığınız bir çorbayı içer, zar zor eve geri dönüp kendinizi yatağa geri atarsınız. Bu durum insanı öyle bir olgunlaştırır ki aklınız şaşar. Nereden duyduğumu, okuduğumu hatırlamıyorum ama şöyle bir laf daha vardı, “İnsan yurt dışında hasta olup o zorluğu çektikten sonra hayatı anlar,” gibi bir şeydi. O kadar doğru ki. Bir de üzerine siz o haldeyken arayan ailenize iyi olduğunuz yalanını söylemeye çalışırsınız. Üzülmesinler istersiniz. Yapabilecekleri bir şey yok ki, ne gerek var şimdi onları üzmeye? Siz böyle düşünürsünüz de sevdikleriniz armut mu toplar? Onlar da siz üzülmeyin diye birçok olayı size aktarmama eğilimi gösterirler. Vefat eden akrabanız, bozulan buzdolabı, satılan yazlık, gebelik haberleri, iş değişiklikleri gibi olayları en son siz öğrenirsiniz. Niyet yurt dışıysa, bunlara alışmakta fayda var.
Bir de olayın gidilen ülkeye alışma dönemi vardır. Ülke, toplum, kültür, halk, ev, hava, su, toprak artık aklınıza ne gelirse, alıştığınızın dışındadır. Bambaşkadır yahu! Hafta sonu için şehir dışına çıkınca ayarları bozulan insanın bu kadar büyük bir değişime kolayca ayak uydurmasını beklememek lazım elbette. Fakat, “Zaman her şeyin ilacıdır” derler ya, hakikaten insan alışır en sonunda içinde bulunduğu garip duruma. Yeni yaşantısı, yeni normalidir artık o bireyin.
Yurt dışına çıkmalı mıyım diye soranlara…
Yurt dışına çıkmak zor bir karardır. Ben, bana ulaşıp bu konuda fikir danışan hemen herkese, eğer şartlar kafasına yatıyorsa bir şans vermesini öneriyorum. Komfor alanını terk etmediği sürece gelişime kapalı olmak insanlığın üzerindeki bir lanet. Çıkmak lazım o rutinden, kurtulmak lazım prangalardan. Ama tabi bu kararı alırken mantık ve vicdan ölçüsünde olmak gerekiyor. Geride aç sefil aile bırakıp İbiza’da dondurmacı açma hayalini gerçekleştirmek pek de mantıklı bir tercih olmayabilir. İlk adımı atmadan önce bir bilene akıl danışmakta fayda var.
Özellikle ailesi ile yurt dışına çıkacakların sorumluluğu daha da büyük oluyor dolayısıyla. Çocuk nerede okuyacak, eş ne yapacak bütün gün? Dil sorunu varsa bir de, hepten muamma…
Aslında çekingenliğimiz yetişme tarzımızla alakalı. Çok içine kapanık bir eğitim ve öğretim anlayışımız, kültürümüz var. Yabancılar bizim için “turist”ten ibaret. “Turist olmayan yabancı mı olur?” paradoksundan çıkamıyoruz. E be hocam, sen yurt dışına çıktığında sen de gittiğin ülke için yabancısın. Ne olacak şimdi?
Nereye geldik? Vizyon sahibi olmaya, ileri görüşlü, akılcı davranmaya. Dünya artık eskisi kadar ulaşılmaz değil. Sabah elbise provası için İtalya’ya uçup, öğlen yemeğini yedikten sonra evine Fikirtepe’ye dönen insanlar var ülkemizde. (Hadi Fikirtepe olmasın, Beykoz Konakları olsun, Tarabya olsun.)
Böyle bir dünyada, kendi küçük mahallenizde yaşayarak, günlerinizi birbirinin aynısı bir sıradanlıkla geçirerek, topluma, kendinize, ailenize faydalı bir hayat sürebileceğinizi düşünüyor musunuz cidden? Komfor alanını terk etmek kimi zaman saklı potansiyelinizi dışa vurmanızı sağlayabilir. Herkes için geçerli olmak zorunda değil ama birçokları için durum böyledir.
Velhasılıkelam, eğer kafanıza yatan bir yurt dışı fırsatı çıktıysa karşınıza, bir denemekte fayda olabilir. Kendiniz için, aileniz için, toplum için…