Bazı filmler bizimle diğer filmlerde yakalayamadığım bir bağ kurarlar. O filmi sanki ruhumuzdaki bir tele dokunur ve tüm vücudumuzu titretir. Film ne kadar karanlık, ne kadar acı dolu, ne kadar eğlenceli olursa olsun onu izlemiş olmak içimizde farklı duyguların yeşermesine sebep olur. Kaç kere izlersek izleyelim, her seferinde aynı hislere bürünürüz.
Benim için bu filmlerden birisi, Steven Spielberg’ün yönettiği, 1987 yılı yapımı, başrollerinde çocuk yaştaki Christian Bale ve usta aktör John Malkovich’in olduğu İkinci Dünya Savaşı draması Empire of the Sun’dır (Türkçe’ye Güneş İmparatorluğu olarak çevrilmiştir).
Bu filmin beni neden bu kadar etkilemiş olabileceğine dair bazı fikirlerim olmakla birlikte, açık ve net bir cevap vermekten maalesef uzağım. Temelde, büyük bir savaş sırasında iki arada bir derede kalmış insanların yaşadığı acılara, çocuk gözüyle bakan bir film Empire of the Sun. Filmle ilk tanışmamın benim de çocukluk yıllarıma denk gelmesi, Steven Spielberg’ün başarılı sahne tasarımları ve gerçekçi kamera kullanımı ile beni Jamie “Jim” Graham (Christian Bale) ile empati kurar noktaya getirmesinin, böyle hissetmemde doğrudan etkileri olduğunu düşünüyorum. Benim bir sanat eserine sübjektif duygular besliyor oluşum sizi kandırmasın. Empire of the Sun objektif olarak da iyi bir film. Belki en iyi Spielberg filmi değil ama gerçekten iyi bir film.
An Englishman in Shanghai (Şangay’da Bir İngiliz)
Filmin konusu kısaca şöyle: Jamie Graham, varlıklı bir İngiliz ailenin şımarık çocuğudur ve ebeveynleri ile birlikte Şangay’daki malikanelerinde hali vakti yerinde bir hayat sürmektedir. O dönemde İkinci Dünya Savaşı’nda dengeler değişmekte ve Japonya gözünü Şangay’a dikmektedir. O sırada Şangay’da kalmakta olan yabancı aileler, yaklaşan savaş tamtamlarını işitmektedir. Çok geçmeden beklenen son gerçekleşir ve Japonya Şangay’a girer. Şehri bir panik hali kaplar ve insanlar kaçışmaya, canlarını kurtarmaya çalışırlar. İşte bu noktada Jamie panik halinde kaçışan kalabalığın arasında ailesini kaybeder ve binlerce insanın içinde yalnız başına kalır. O andan itibaren ailesi ile tekrar buluşmaya ve içinde bulunduğu durumda yaşama tutunmaya çalışmaktan başka bir amacı yoktur.
Empire of the Sun bir kitap uyarlamasıdır. Aynı isimli roman, J. G. Ballard tarafından kaleme alınmıştır. Spielberg’ün yaşananları ağırlıklı olarak Jamie’nin, yani bir çocuğun gözünden anlatıyor oluşu filmin duygu yoğunluğunu oldukça arttıran bir husustur. Küçük bir çocuğun, dilini konuşamadığı bir ülkede yapayalnız hayatta kalma mücadelesi vermesi yeterince ürkütücü değilmiş gibi, bilfiil savaş halindeki ülkenin düşman tarafından ele geçirilmiş olması atmosferi daha da ağırlaştırır ve biz izleyicileri germeyi başarır.
Filmin belki de en büyük sürprizi olan Christan Bale’ın daha çocuk yaşta ne kadar iyi bir oyuncu olacağını sinyallerini verdiğine şahit oluruz Empire of the Sun’ı izlerken. Başına gelen her olaydan ders çıkartmaya çalışması, etrafındaki insanları iyi ya da kötü örnek alması, çıkar ilişkilerinin önemini kavraması ve hayatta kalmak için gereken özelliklerini geliştirmesini adım adım izleriz. Bu açıdan, zengin ve şımarık bir çocuğun, kısa süre içerisinde yaşadığı akıl almaz değişim bizlere fark ettirmeden yansıtılır. Filmin başındaki Jamie ile sonundaki Jamie bambaşka insanlardır. Zaten filmin son sahnesi bu hususu gözler önüne seren, tüm film boyunca yaşananları aklımızdan tekrar geçirmemizi sağlayan muazzam bir sekanstır. Christian Bale’ın bu olağanüstü performansı, bir aktör olarak bugün geldiği noktanın şans olmadığını göstermektedir.
Yan rollerde karşımıza çıkan John Malkovich, Ben Stiller, Nigel Havers, Miranda Richarson gibi oyuncuların gerçekçi duruşları filmin ağırlığına uymuş ve ruhunu tamamlamıştır.
Savaşın bir kazananı olamayacağını yüzümüze vurması ve acının en büyüğünü suçsuz sivillerin çektiğini bir kez daha hatırlatması da Empire of the Sun’ı benim için özel yapan sebeplerden birisidir.
Filmin tonlarına uyan bir de soundtrack albümü vardır. Birçok sahne, arkasında çalan müzikler ile beyinlerimize kazınır. Suo Gan belki de en akılda kalanıdır:
Eminim aranızda filme fazla tek taraflı baktığımı, ciddi sahne tasarımı eksiklikleri olduğunu, Amerikan propagandası içerdiğini, kurgusunun tek düze olduğunu düşünenler olacaktır. Haklılar, hepsi doğru. Peki bunlar bu filmin biz izleyicilerde uyandırdığı duyguları etkiliyor mu? Benim için bir filmi izlerken ne hissettiğim her şeyden önce gelir. Star Wars: The Last Jedi izlerken en ufak bir kurgu noksanlığı gözüme batar ve yüzümü ekşitirken, Empire of the Sun’da karşımıza çıkan benzer bir sahne, hissettiğim duygular ile ters düşmediği sürece benim için problem teşkil etmez. Büyük resmin içinde sırıtmaz.
Ben böyle düşünüyorum diye, Empire of the Sun müthiş bir gişe başarısı haline gelmiyor elbette. Film gişede tam anlamıyla çakılmıştı vizyona girdiği 1987 yılında. Fakat ben Spielberg’ün bundan dolayı şikayet etmiş olduğunu sanmıyorum. Spielberg, beğendiği bir romanın filmini çekmişti. Onu daha iyi bir yönetmen yapacak bir tuğla daha koymuştu sinema tarihine. Bize Er Ryan’ı Kurtarmak, Jurassic Park gibi filmleri sunacak bir yönetmene evirilmesine katkı sağlamıştı Empire of the Sun. Benim de her izleyişte tüylerimi diken diken edecekti. Tıpkı bu son izleyişimde yaptığı gibi…
***
Bu yazı, Kitap Cafe’de paylaşılan film incelememin gözden geçirilmiş hâlidir.