Son dönemde sosyal medya bağımlılığının esiri olduğunuzu, işaret parmağınızın sürekli cep telefonunuzun ekranında aşağı yukarı hareket ettiğini düşünüyor musunuz? Ekrana baktığınızı, bir şeyler okuduğunuzu ama aslında beyninizin otomatik pilotta çalıştığını, bir şey öğrenmediğinizi, gözlerinizin ekrana değil de bir kara deliğin içine doğru baktığını hissediyor musunuz? Bir hipnoz etkisinden olduğunuzu hiç düşündünüz mü? Ya da tüm olan bitenin farkında mısınız?
Peki bunu neden yapıyoruz? Neden dakikalarca komik kedi videolarını izliyoruz ve vaktimizi bunlarla geçiriyoruz? İşin özünde bu sizin seçiminiz olsa da sizi bunu yapmaya yönlendiren çok etmen var. Bireysel bir seçim yaparak, kitap okumak yerine komik kedi videolarını izlemeyi tercih ediyoruz. Ya da ilkokul arkadaşımızın Antalya tatilinden paylaştığı fotoğraflara bakmak, Louvre Müzesi’nde sanal tur atmaktan daha çekici geliyor. Neden? Çünkü ilk söylediklerimi yapmak için beyninizi çalıştırmanız gerekmiyor. Çünkü bir sosyal medya sayfasını açıp göz gezdirmek kolayımıza geliyor.
Günlük Rutin
Sabah kalkıyorsun. İlk iş olarak başucundaki cep telefonunu alıp gelen bildirimlere bakıyorsun. Lise tayfasının dün geceki maçtan kalan tartışmasının devam ettiğini görüyorsun. Dayı oğlunun dün gece arkadaşları ile gittiği barda çektiği selfie’ye gözün takılıyor. Hala yatağın içindesin. Facebook’ta işaret parmağı kası geliştirmeye devam ediyorsun. Liseden kalan, 10 yıldır görüşmediğin bir arkadaşının başlattığı siyasi atışma, kendi fikrini başkasına empoze etme çalışması, “paylaşım” adı altında ana yemek öncesi meze vazifesi görüyor. Dün oynadığın kupon yatmış mı ona bakıyorsun bir taraftan. Hala yataktasın, iki kolun yorganın üstünde parmakların cep telefonunu tutuyor. Dışarıda muhteşem bir gün doğuyor ama sen 5 inç boyutundaki ekranının penceresinden hayata bakmayı seçiyorsun.
Hazırlanıp işe gidiyorsun. Cep telefonun ofiste masanın en güzel yerinde duruyor. Gün içinde gelen bildirimler ile internete bağlı olmanın keyfini çıkartıyorsun. Her şeyden haberdarsın. Tüm dünya bir parmak hareketi ile ulaşabileceğin uzaklıkta. Gücün sende olduğunu hissediyorsun. Toplantıya giriyorsun. Cep telefonunu çıkartıp not defterinin yanına koyuyorsun. Karşındakine “Bu telefon çalarsa senin konuştuğunu umursamam açarım, ona göre” mesajı veriyorsun. Bu arada gerçekten karşındakini umursamıyorsun. İletişimi cep telefonu ebatlarına indirgiyorsun. Karşındakinin tüm şevkini kaçırıyorsun. Bitmedi, kendini de ilgisiz ve saygısız gösteriyorsun. Ve hayır, telefonu yüzü masaya dönük bir şekilde koymak da çözüm değil. Telefon hala seninle karşındaki kişi arasında radyasyonu yaymaya ve aranızda bir engel olmaya devam ediyor.
Eve giderken yolda her ışıkta elin telefonuna gidiyor. Telefon mu seni, sen mi telefonu kullanıyorsun belli değil. Telefonun ile kendin arasında var olan görünmez bir kement ile yaşıyorsun ama farkında değilsin. Bunun günümüz çağının bir gereksinimi olduğunu düşünüyorsun. Durumda bir gariplik görmüyorsun.
Eve varıyorsun. Eşin, çocuğun senin yüzünü görmeyi, seninle iki çift laf etmeyi düşünürken sen kendini oto pilota alıp sosyal ağlarda dolanmaya veriyorsun. Sanki bütün gün çalışıp bir yorulan senmişsin de dinlenmek tek senin hakkınmış, komik videolar ile kafanı boşaltmak sırf sana özel bir şeymiş gibi.
Yatmadan önce son işaret parmağı egzersizini de Facebook duvarında gerçekleştiriyorsun. Başkalarının hayatını okuyup, başkalarının senin bakmanı istedikleri şeyleri izleyip, bilinçaltını çöp ile doldurmaya devam ediyorsun. Uykuya daldığında hayatından bir 24 saat daha ne kendine ne sevdiklerine ne de insanlığa dair hiçbir şey yapmadan geçmiş oluyor.
Bir Durum Düşünelim
Sorarım size; kim kimin hayatına hükmediyor? Kim kimden fayda sağlıyor? Bunu düşünme zamanı şimdi değilse ne zamandır?
Sanırım herkes kendinden bir şeyler bulabilir üstte yazdıklarımdan. O zaman lütfen kendinize şu soruları sorun ve vereceğiniz cevapların vuruculuğu karşısında şaşırın:
- En son ne zaman kitap okuduğunu hatırlıyor musun?
- En son ne zaman sinemaya gittiğini, bir elinde patlamış mısır diğerinde Alaska Frigo, çocuklar gibi şen olduğunu hatırlıyor musun?
- En son ne zaman bir parka gittin?
- En son ne zaman birisi başını omzuna dayadı ve senden güç aldı?
- En son ne zaman “daha önce hiç denemediğin” bir deneyim yaşadın?
- En son ne zaman sabah uyandığında gün daha ağarmamıştı?
- En son ne zaman birisi ile yarım saatten uzun bir süre yüz yüze onun problemlerinden konuştun? Kendinden hiç bahsetmeden.
- En son ne zaman kafandan geçenleri kâğıda döktün?
- En son ne zaman bir müzik aletini eline aldın?
- En son ne zaman bir şeyler çizdin?
- En son ne zaman hoşuna giden bir sözün altını çizdin ve birisiyle paylaştın?
- En son ne zaman sessizliğin sesinde huzuru dinledin?
- En son ne zaman gelecekte ne yapacağını değil, şu an ne yaptığını düşündün?
- En son ne zaman kilometrelerce yürüdün? Sadece düşünmek için.
- En son ne zaman kendine özen gösterdin?
- En son ne zaman kendine hediye aldın?
- En son ne zaman birisine, gerçekten hiçbir karşılık beklemeden iyilik yaptın?
- En son ne zaman sokakta gördüğün bir çiçeği sırf kokusunu merak ettiğin için kokladın?
- En son ne zaman güvercinlere ekmek verdin?
- En son ne zaman sana gülümseyen bir bebeğe sen de gülümsedin?
Hepimiz bir durup düşünmeliyiz. Biz şu an kimin hayatını yaşıyoruz? Kendi hayatımızı mı yoksa başkalarının yaşamamızı istediği hayatı mı? Hayatımızın kontrolünü elimize almanın zamanı geldi.
Sosyal Medyada Ürün Nedir?
Şimdi dikkatinizi başka önemli bir noktaya çekmek istiyorum. Hepimiz hayatımızı esir alan sosyal ağların en birincisi Facebook’un ne kadar değerli bir firma olduğunu biliyoruz. Peki sorarım size, Allah aşkına bu Facebook insanlığa ne kazandırmış? Hangi bilimsel ya da teknolojik katkıyı yapmış? Hadi bunu da geçtim, benim kendisini bedavaya kullanmama neden izin veriyor? Neden benim fotoğraflarımı paylaşmamı istiyor? Neden benden nerede oturduğumu söylememi istiyor?
Facebook bir ürün satmadığına ve bizden kendisini kullanmamıza karşılık bir para talep etmediğine göre gerçek açık seçik ortada: Facebook’ta ürün biziz. Pazarlanan bizim kişisel bilgilerimiz.
Bir reklam ve sahte hayatlar balonu içerisinde önümüze konulan şeylere oltaya gelen balık gibi takılmamız hedefleniyor. Kendimize ait tüm bilgilerimizi paylaşmamız teşvik ediliyor. Düşünmememiz, sorgulamamamız ve sadece söyleneni yapmamız isteniyor. “Sen sayfayı aşağı indirmeye devam et, ben sana daha neler göstereceğim. Bu arada belki de şu kırmızı kazak tam sana göredir. Almaya ne dersin?”
Sosyal medya prangalarından kurtulma zamanı geldi. Özgürlüğümüzü geri almak zorundayız.
İşte birkaç ipucu:
- Cep telefonunuzu toplantı sırasında masanın üstüne koymayın ve karşınızdakine toplantı sürecinde sadece onunla ilgileneceğinizi belli edin.
- Tabletinizi ve cep telefonunuzu yatak odasına sokmayın! Bırakın salonda şarj olsun. Başucunuzda sadece kitaplar ve bir not defteri olsun. Okumanızı bekleyen kitaplar ve not tutacağınız bir defter. Size anlatacağı sayısız şey olan o kitapların oluşturduğu yaprak tomarlarının üzerine atın kendinizi.
- Arabada giderken telefonunuza bakmayın. Yanınızda birisi varsa onunla konuşun. Konuşacak konu mu bulamıyorsunuz? En son hangi filmi izlediğini sorun. En sevdiği yemeğin ne olduğunu sorun. Yalnızsanız daha önce dinlemediğiniz bir radyo kanalı dinleyin. Farklılığın tadını varın.
- Vücudunuzu dinç tutun, spor yapın.
- Hayatınızı kimsenin yönetmesine ve sizi esir almasına izin vermeyin. Sosyal medya ve cep telefonu kullanımınızı limitleyin.
- Yazın. Yazabildiğiniz kadar yazın. Rahatlayacaksınız. İçinizdekileri kâğıda dökün. İç dünyanızda birikenleri kâğıda akıtın. Hafifleyeceksiniz.
- Hayatınızı geri alın. O sizin hayatınız. İstediğiniz gibi yaşamak hakkınız.
O kadar haklısınız ki… Blog açtığım ilk günden beri diğer medya hesaplarından hep kaçtım. Şimdi twitter hesabım var ama sadece arkadaşların yayınlarını paylaşmak için kullanıyorum. Facebook,u Şikayet Var’a şikayet edecek kadar tepkiliydim. İnstagrama dahil oldum, siyasi konularda küfürleşmeleri ve hayvanlara yapılan işkenceleri gördükçe tepki vermekten, onları öyle gördükçe aşırı üzülmekten bitap düştüm. Cep telefonum var ama bana bildirim yollamayın diye müş.temsilcisiyle neredeyse tartışıyorum. Akrabalardan başka kimseyle konuşmam ve çoğunlukla nereye koyduğumu bilmem. Ama evet, bunların esiri olundu.
Yazdıklarınızın okunması için, önce başlıktan giderek merak etmeye ihtiyaç var. Öyle bir toplum olduk ki, sanki hiçbir değeri umursamıyoruz. Çok kişi bunları değil düşünmek ki ( önce akıl ve bilinçli olmak lazım) duysalar dahi gülüp geçiyor… Siz zaten gereken uyarıları yapmışsınız. Dilerim çok kişi okur da ‘biz ne yapıyor ve çocuklarımıza da izin veriyoruz?’ derler. Kaleminize sağlık.
Ece Hanım, yazdıklarımı daha da derinleştiren değerli katkılarınız için teşekkür ederim. “Facebook’u Şikayet Var’a şikayet edecek kadar tepkili olmak” içinde bulunduğumuz haletiruhiyeyi mükemmel bir şekilde özetliyor. Nefis bir durum tespiti yapmışsınız. Peki kaçımız olan bitenin farkında varıp bu noktaya geldik? Ben sırf Türkiye ekseninde de değerlendirmek istemiyorum. Gelişmekte olan ülkelerin hemen hepsi bu durumda. Vaktimizi çalan ve bize hiç bir şey katmayan servislere bel bağlamış, onlarsız yaşayamaz olmuş durumdayız. Bu servisler bir bakıma bize fayda sağlıyor, bunu inkar etmiyorum. Ama kimsenin de Facebook’u Twitter’ı bilgi edinmek, bilinçlenmek için kullandığını sanmıyorum. Olay “Benim fikrimi ve düşüncelerimi destekleyecek daha çok insana ihtiyacım var” noktasından ileri gidemiyor. Bunu siyasete de, spora da, sanata da uygulayabilirsiniz. Herkesin herşey hakkında bir fikri var ve kendi fikrini empoze etme derdinde.
Herşeyin temelinde eğitim var aslında. Bozuk eğitim sistemi yaptığı tercihlerin sonuçlarını irdelemekten uzak android bireyler yetiştiriyor. O eğitim sisteminden çıkan birinin kendi kendini geliştirme sürecinden geçmediği sürece işin iç yüzünü görmesi çok zor. Bizim ülkemiz örneğinden gidersek, ilkokuldan itibaren ingilizce eğitimi alan çocuklarımız var ama daha ülkede turist görünce ingilizce konuşmak zorunda kalacağı korkusuyla öcü görmüş gibi kaçıyorlar.
Şikayet Var’a eğitim sistemini de şikayet edebiliyor muyuz acaba? :)
Katkınız için tekrardan teşekkürler.
Esenlikle…
Yazdıkların adeta sessiz çoğunluğun sesi olmuş:))
Kalemine sağlık,,
Bahsettiğin üzere fikirlerimize destek aramaktan da öteye gidip, mutluluğumuza onay ve kabul görme ihtiyacımızı da giderdiği için bu kadar bağımlı olmuş olabiliriz.
Sessiz çoğunluğun biraz da aydınlanması ve önüne gelen her yemeği yememesi lazım. :)
Doğru bir noktaya parmak basmışsın; eylemlerimizin onaya/takdir edilmeye/imrenilmeye ve hatta kıskanılmaya ihtiyacı olduğu yanılsaması içerisindeyiz. Kişinin tüm hayatını paylaşmasındaki temel sebeplerden birisi de bu. Yoksa 10 yıldır görmediğin bir arkadaşının senin tatil fotoğrafını beğenmesinin ne gibi bir getirisi var ki hayatında?
Çok haklısınız bende günlerimi ve saatlerimi harcayabiliyorum ara sıra kontolü kaybediyorum. Bunun önüne nasıl geçilir bilmiyorum
Hayatımızın kontrolünü geri alma konusunda bir yazı yazacağım. Kısaca anlatmak gerekirse kendime gün içerisinde takip ettiğim bir yapılacaklar/yapılanlar listesi hazırladım ve düzenli takip ediyorum. Günümü nasıl planlamış nasıl kullanmışım kontrol ediyorum. Saatlerimi ne kadar boşa harcadığımı fark edince ertesi gün vaktimi rayına oturtmak için çaba harcıyorum. Size de bu tarz bir liste hazırlamanızı tavsiye ederim.
Dediğim gibi, kendi takvimimi ileri ki yazılarımda paylaşmayı planlıyorum.
Bu konuyu muhtelif zamanlarda farklı açılardan ele alarak düşünürüm.
Sürekli paylaşma isteğinin nedenini tespit kolay değil galiba. İnsanın bir olayı/durumu paylaşma isteğinden mi, beğenilme isteğinden mi, kendini gündemde tutma isteğinden mi vs. uzar gider?
Mesela facebookda beğenme gibi bir buton olmasa yine aynı paylaşımlar yapılır mı ?
Arada bir fotoğraf paylaşanlar daha çok haberleşme, durumunu ve yerini bildirme isteğinden paylaşım yapıyor gibi geliyor, bunları normal karşılıyorum. Ama sürekli ne yediğini, günlük nereye gittiğini, günlük fotosunu paylaşanların durumunun normal olmadığını düşünüyorum. Yani belirli aşamaya kadar haberleşme ihtiyacının belirli aşamadan sonra beğenilme, kıskandırma, nispet, kendini gündemde tutma isteklerinin ağır bastığını düşünüyorum.
Bana kalsa facebook’daki beğenme butonunu kaldırırım, haberleşme amaçlı paylaşım yapacaklar da beğenilme baskısından kurtulup daha rahat ve gerçekçi paylaşımlar yapar.
Bazen sosyal medya denen kavramın (Facebook öncelikli), insanlardaki bir bug’ı bulduğunu ve onun üzerine gidip insanın yaşamsal ünitelerine zarar verdiğini düşünüyorum. Aksi durumda, insanların kendi hayatlarını, uçlarda yaşadığı duygularını bu kadar gözler önüne serme isteği duymasının, insan doğası ile açıklanması gerçekten zor. Bir yerlerde bir ayar ile oynandı. Bu bariz belli.
Sosyal medya kullandıkça içimize kapanıyor, kendi kabuğumuza çekiliyoruz. Böyle bir tezat olabilir mi?
İnsanlar Matrix’te yaşıyorlar, bunu biliyorlar ama gerçek hayata dönmek istemiyorlar. Çünkü Matrix daha eğlenceli.
İşte bu yüzden Mark Zuckerberg yapay zekanın insanlık için büyük bir sorun olmayacağını düşündüğünü açıklıyor. Ona da Facebook hesabı açtıracak çünkü. :)