Secim

Özellikle Twitter ve Facebook ekseninde düşününce hemen herkesin her konu hakkında bir görüşü olduğunu biliyoruz. Çok yakın olmadığımız halde tanıdığımız bir kişinin Facebook’ta paylaştığı bir fotoğraf bile yorumlamamız, kritik etmemiz için yeterli. Zaten sosyal ağların bugün geldiği nokta “Ağzı olan konuşuyor”dan çok uzak değil.

30 Mart 2014 seçimlerinin öncesi ve sonrasında o kadar çok yorum yazıldı çizildi ki sanırım söylenebilecek herşey söylenmiştir. Ben de akşam yemeği yenmiş ve hatta masa toplanırken işten anca eve gelebildiği için yiyecek yemek dahi bulduğuna şükreden ailenin genç bireyi misali bir iki kelime edeyim istedim.

Bir kere öyle “Twitter’da Facebook’ta iki üç yorum yazıp, arkadaşlara karizma yapacağım, anarşist yapımı cüme aleme göstereceğim, muhalefetin dibine vuracağım” diye eleştirel yazılar yazmanın bir anlamı yok. Zaten adamlar bundan para kazanıyor. Evet, bizler bu sosyal ağları kullandıkça, orada yorum yazdıkça birileri para kazanıyor bunu da unutmayalım. O açıdan kişisel blog sahibi olmanın hep faydalı birşey olduğunu söylemişimdir. Sosyal ağların nimetlerinden faydalanıp, kişisel düşüncelerimizi internetin sınırlarında dolaşarak kişisel sitelerimizden söylemeliyiz. Blog yazmak kolay bir iş de değil bu arada. Ciddi emek ve özveri gerekiyor.

Seçim öncesi esen anti-akp rüzgarı seçim sonuçlarının açıklanmaya başlamasıyla yerini kabullenişe ve eleştiriye bıraktı. Açıkça görünen gerçekler sosyolojik açıdan değerlendirmeden uzak genel geçer popülist yaklaşımlarla insanlara anlatılmaya çalışıldı. Abiler, ablalar adam %45’i çaktı. Ben ummuyordum açıkçası. Demekki oturduğum yerden çok güzel sallamışım. Artık çok açık iki gerçek var benim gözümde. Birincisi Türkiye’de sosyal demokratların alabileceği en fazla oy %30’dur. İkinci gerçek ise siyasi parti tutmak takım tutma noktasına gelmiştir. Takım küme düşse de taraftarlıktan vazgeçemeyiz ya, aynı hesap. Her türlü olumsuz, kafa bulandırıcı, üzücü durum bile takım (parti) desteklemeyi engellemiyor. Bu açıdan bence artık Türkiye siyasetini politikacılar ya da gazeteciler değil, sosyologlar, futbol yorumcuları ve psikologlar değerlendirmeli.

Türkiye’de 1946 sonrası yapılan tüm genel seçim sonuçlarına şöyle bir baktım. Allah aşkına sol partilerin sağ partilere oranına bir bakar mısınız? O kadar bariz bir şekilde Türkiye’nin sosyolojik dağılımı belli oluyor ki. Hayal satmanın anlamı yok. Ya aklı başında merkez siyaseti benimseyen bir sosyal demokrat kökenli parti kurulacak (Yeni Türkiye Partisi bu yolda başarılı olabilecek çok önemli bir girişimdi. Çok yazık edildi), ya da yeni bir muhafazakar sağ partinin önü açılacak. Günümüz Türkiye’sinde iktidar bu yeni oluşumların önünü kesmek için devlet gücünü kullanmaya çalışır mı? Çalışamaz diyemiyoruz, ne kadar üzücü. Bu da demokrasinin geldiği içler acısı durumu bir kez daha gösteriyor.

Yeni bir lider, yeni bir oluşum, yeni fikirler gelmediği sürece Türkiye’deki dengeleri ancak bir savaş ya da ekonomik kriz değiştirir. Ülkenin bütünlüğünün zarar görmesinin rahatsız etmeyeceği kesimler için bunlar bile bir sıkıntı oluşturmayabilir ki Türkiye için en tehlikeli durum da bu olur.

Bir Cevap Yazın