02.02.2013 tarihli blog yazımda Bekir Coşkun, Özdemir İnce ve Emin Çölaşan’ın Hürriyet’ten ayrılmaları üzerine biraz beyin jimnastiği yapmıştım. Dün Can Dündar‘ın Milliyet’teki işine son verilince eski yazımı okudum ve hiçbirşeyin düzelmediğini, büyüyerek ilerlediğini gördüm.
Can Dündar’ın gazeteci ve araştırmacı kişiliğini sorgulayan olmaz. Buradaki davranış tamamen kabullenememe üzerine. Halkın vermiş olduğu gücü, kendi çıkarların için kullanmak ve muhalefet yapanları cezalandırmak, ortadan kaldırmak üzerine. Bu düşünce tarzı yüzyıllardır dünyada varolan otoriter rejim örnekleri ile sınandı. Başarılı olma şansı yok. Sonucu kesin başarısızlık. Peki bundan geri dönülmez mi? Elbette dönülür, yasaklamaktansa özgürleştirmek ve eğitmek. Hangi gazeteyi okuyacağımızı devlet söylememeli, ben birey olarak değerlendirip kararımı vermeliyim. Aşırı uçlara varmayan her düşünce demokrasi kapsamında algılanılmalıdır.
Kimse Can Dündar’ın aşırı uç bir gazeteci olduğunu bana iddia edemez. Yıllardır saygısı ve tavrı ile takdir toplamış bir gazeteci. İlginç denemeleri de oldu. Bu da onun kendi objektif yaklaşım çabasından kaynaklanıyor. Milliyet’i okurken onun yazılarını atlamazdım. Şu an sırf işine son verildiği için Miliyet okumamaya, internet sitesine girmemeye karar verdim. Bu da benim bireysel tepkim. Medya susarsa, halkı “şeytan icadı” twitter’a mahkum edersiniz. Sonra orada da susturmaya çalışırsınız. (Can Dündar twitter’da yazmaya başladığının ikinci günü hesabı spamlandı ve kapatıldı.) Gerçekten yazık, bu kadar mı kontrol meraklısıyız?
Ya siyahsın ya beyaz, gri diye bir renk yoktur mu demeliyiz? Gri de siyahın beyaza, ya da beyazın siyaha kaymasıyla oluşmuştur. Bu grinin varolmadığı anlamına gelmez. BUgün geldiğimiz noktada gri değil beyaz dahi olsun istenmiyor. Siyahın egemen olduğu karanlık bir gelecek hedefleniyor. Can Dündar da istenmeyen grilerden biri olarak Milliyet’ten gönderildi. Ne ilk ne de son olacak.