Katar’da iki ayımı doldurdum. Uçakta Doha’ya yaklaşırken bir bilinmezliğe doğru inişe geçmiştim. İki aylık süre sonunda bilinmezlik yerini öğrenme çabalarına bıraktı. Mesela arapçayı öğrenmeye çalışıyorum. Bizim için ne kadar farklı bir dil gibi görünse de kelimelerdeki benzerlikler bana yardımcı oluyor. Lazım, mümkün, sabah, limon ve daha nice ortak kelime. İnternette bulduğum kitap ve audio book’lardan dilimi geliştirmeye çalışacağım. Arapça’yı bitirdikten sonra batı dillerinden birine yönelmeyi düşünüyorum. Büyük ihtimalle Almanca olur. Hele bir Arapça’yı sökeyim de.
Libya ve Katar’daki günlerimde dikkatimi çeken bir nokta var. Biz Türk halkı olarak Arap dünyasındaki gücümüzün, itibarımızın farkında değiliz. Bizim için ABD nasıl bir ülkeyse onlar için de Türkiye öyle. Bakanlarımızı biliyorlar, iç meselelerimizi, dış ilişkilerimizi herşeyi biliyorlar ve takip ediyorlar. Son 10 yılda R.Erdoğan’ın ve son dönemde A. Davutoğlu’nun dış politika manevraları ile tüm Arap aleminde fenomen konumundayız. Arapça konuşan ülke vatandaşlarının hemen hepsi için bu durum geçerli. Filistinlisi, Libyalısı, Katarlısı, Lübnanlısı, Suriyelisi ve diğerleri… Hepsi bizi çok seviyor, kıskanıyor ve gurur duyuyor. Batıya karşı onlar için bir gurur kaynağıyız. Özellikle Mısırlıların bize bakışı bir başka. Bizi kendilerine çok yakın hissediyorlar ve Arap dünyasının kendileri ile birlikte en önemli lokomotifi olarak görüyorlar. Kendimizle gurur duymalıyız, biz bu coğrafya için örnek bir ülkeyiz. Her ne kadar iç meselelerimizi çok önemsiyor ve içinde çırpınıyor olsak da, Arap dünyasına karşı üstlendiğimiz misyonu da devam ettirmeliyiz.