Beni tanıyan ve bu sayfalara aşina olanların bildiği gibi bir süredir Libya’daydım. Uzun süreli olarak planladığım Libya ziyaretim malum olaylardan dolayı kısa sürdü ve apartopar Türkiye’ye geri döndüm. Gerek medyadan gerekse de etrafınızdan da duymuş olabileceğiniz gibi, şu anda Libya tam bir kaos ortamı. Herkes Libya’dan kaçışımı anlatmamı bekliyor ama ben bunu anlatmayacağım. Havalimanında gözüme sokulan kameralara söylediğim gibi; bu konulara girmek istemiyorum. Bu yazıda kısa süreli Libya ziyaretimin ve Türkiye’ye alelacele dönüşümün bana öğrettiklerini anlatmak istiyorum.
Libya yaklaşık 7 milyon nüfuslu, petrol ve doğalgaz zengini bir Kuzey Afrika ülkesi. Haritada göster deseniz üniversite mezunu insanların bile zor göstereceği bir ülke. Özellikle Türk inşaat sektörü Libya’da yoğun olarak çalışıyor. Ambargoların kalkması ile Libya, Dubai ve Katar gibi doğal kaynak zengini ülkeleri örnek alarak atağa kalktı. Bu durum Türk firmalarının Libya pazarında yer almasını sağladı. Bu pazardan yararlanmak adına ve mesleki geleceğim adına ben de Libya’ya gitmeye karar verdim.
Libyalılar birbirine olan saygısı üst düzeyde olan son derece misafirperver bir halk insanlar. Kimse kimsenin hayatına karışmadığı gibi, sokakta size ters bakan kimseyi göremiyorsunuz. Sahra çölünün kuzeyi olması nedeniyle Libya sapsarı bir ülke. Her yer kum, kum ve kum. Palmiyeler ülkenin her yerinde yeşili temsil ediyor. Benim kaldığım şehir olan Misurata Libya’nın en büyük 3. şehriydi. Misurata için Libya’nın İzmir’i diyorlardı. Gerçekten de öyle. Libya şartlarında rahat yaşanacak, her istediğinize ulaşabileceğiniz bir liman ve ticaret kendi. Olayların patlak vermesi her ne kadar şehir hayatına gölge düşürmüş olsa da, Misurata gayet yaşanılır bir şehirdi.
Kısa süreli Libya maceram, gerek eğlence gerekse de aksiyon ve korku dolu anları ile ben de hiç unutmayacağım izler bıraktı. Hayatı basit yaşamak gerektiğini hep savunmuş ama yapamamış birisiydim. Artık daha basit yaşıyorum. Sürekli kendini geliştirmek sürekli birşeyler yapmak zorunda olduğumu hissederdim. Vaktimin boş geçtiğini düşünüp kendimi birşeyler yapmaya zorlardım. Libya’da yaşadıklarım kendi hayatımız üzerinde ne kadar az etkimiz olduğunu anlamamı sağladı. Sürekli bir koşuşturmanın, sürekli bir zorlamanın anlamsızlığını bana gösterdi. Hayatı akışına bırakarak yaşamamız gerektiğini, 10 dakika sonrasının ne getireceğini asla bilemeyeceğimizi öğretti. Bizi seven insanların olduğunu bilmenin yaşamı yaşanılır kıldığını, sevildiğini bilmenin verdiği güven ve huzurun güzelliğini birkez daha anlamamı sağladı. Korkunun ecele faydası olmadığını, hayatta anı yaşamak gerektiğini ve uzun süreli planların fiyaskoyla sonuçlanabileceğini gösterdi.
Sevdiğim bir söz vardır; İnsan plan yapar, tanrı da buna gülermiş.
Biz ne kadar kendi hayatımız üzerinde gücümüz olduğunu, kontrolün bizde olduğunu düşünsek de aslında yaşadığımız çevrenin hayatımız üzerinde büyük bir etkisi vardır. Sakin olmak, çabuk sinirlenip kalp kırmamak ve yaşadığımız anın kıymetini bilmek hayatın altın kuralları olsa gerek. İşte bana bunları öğretti ya, hayatım boyunca Libya’ya minnettar kalacağım…