Hikayenin birinci bölümünü okumamışları şuraya alalım.
2. Bölüm
Küreklere daha güçlü asılmaya başladım. Düşen her neyse vakit kaybetmeden öğrenmek istiyordum. Nesneye yaklaştıkça merakım yerini tedirginliğe bırakmaya başlamıştı. Nesne bir uzay mekiğine benziyordu. Boyutları bizim bildiğimiz mekikler gibi değildi ama insan yapımı bir uzay mekiğiydi işte. Peki, uçakları düşüren de bu mekik miydi acaba? Aydaki garipliğin sebebi de bu mekik olabilir miydi? Cevapsız sorulardı hepsi. Tedirginliğim ve heyecanım korkumu bastıramıyordu. Korkuyordum ama merak ediyordum. Karşı konulmaz bir merak beni uzay mekiğinin yanına yaklaştırdı. Yanan mekiğin kapısı alevlerin arasından görünüyordu. Tekneye dayanarak mekiğin üzerine çıkabileceğim ve alevlerden etkilenmeden kapıya yaklaşabileceğim bir yol aradım. Aradığım yolu bulunca hiç vakit kaybetmeden tekneden mekiğe doğru kendimi fırlattım. Mekiğin kapısını nasıl açıldığını düşünürken bir saniyeliğine bu mekiği arayan insanlar olabileceğini düşündüm. Acaba nereye düştüğünü görmüşler miydi? Görmüşlerse ne kadar sürede buraya gelirlerdi?
Kapının üzerinde nasıl açılacağını gösteren direktiflere göre öncelikle kolu sağa çevirdim. Sağa çevrilen koldan bir tık sesi gelmişti. Doğru yolda olduğumu anlamıştım. Sıcaktı, alevler mekiği kuşatmaya başlamıştı. Çabucak kapıyı açmam gerektiğini biliyordum. Kapıyı hızlıca kendime doğru bütün gücümle çekiyordum. Hafif kıpırdanmayı hissedip son bir kez daha asıldım. Kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Aşağıdan serin diyebileceğim bir hava dışarı doğru gelmişti. Kendimi bir anda mekiğin içine attım. Yerde yatan cansız bedenleri görmemle yerimden sıçramam bir oldu. Beş ceset sayabilmiştim. Dört erkek bir kadın. Hepsi de günlük kıyafet diyebileceğimiz kıyafetler giymişlerdi. Bu durumdan inişi beklemedikleri sonucunu çıkardım. Tam bu sırada mekiğin üst tarafından bir patlama sesi geldi ve irkilmeme sebep oldu. Beş ceset dışında içeride ne olduğuna hızlıca bakıp cesetleri çıkartmaya çalışmaya karar verdim. Etrafıma baktığımda komuta odası olduğunu düşündüğüm odadaki bir nesne dikkatimi herşeyden daha çok çekmişti. Yavaşça o nesneye doğru yürüdüm.
Cam bir fanus gibiydi. Otuz kırk santim yüksekliğinde onbeş yirmi santim yarıçapındaki bir nesneydi. İçinde ne olduğu anlaşılmıyordu. Grimsi bir rengi vardı, şeffaf değildi. Üzerinde de sürekli yanıp sönen kırmızı bir düğme vardı. Kahrolası merakıma karşı koyamadım ve düğmeye bastım. Elimdeki nesne bir anda hareketlenmeye başladı. Bir anlık sıçramamla nesne elimde kaydı ve yere düştü. Kırılmamıştı ama hareket etmeye devam ediyordu. Derken nesneyi saran gri yüzeyin kaybolmaya başladığını gördüm. Ardında gri bir duman bırakarak açılmıştı. Dumanın açılmaya başlamasıyla içinden çıkan şey inanılacak gibi değildi. Bir tavşan silüeti dumanların arasından görünür olmuştu.
Aydan geldiğini ve inişi sebebiyle üç yolcu uçağının düşmesine neden olduğunu düşündüğüm uzay mekiğinin içindeki en enteresan nesneden bir tavşan çıkmıştı. Ama bu tavşan farklıydı. Küçük değildi, orman tavşanı gibiydi. Ama bu tavşanı diğer her tavşandan ayıran bir özelliği vardı. Altının ortasındaki kocaman kırmızı üçüncü göz. Tavşanı öyle garip öyle inanılmaz bir havaya sokuyordu ki, büyülenmiş gibi bakıyordum. Derken tavşanı buradan çıkartmam gerektiğini düşündüm ve onu saracak birşey aradım. Havlu gibi bir bez parçası bulup tavşana elimi sürmeden yakaladım. Tavşan hiç kurtulma emaresi göstermemişti. O an korkmuş olmasına bağlamıştım.
Tavşanı sardığım havluyu kucağımda tutarak çıkış kapısına doğru ilerledim. Kapıya yaklaşırken dışarıda daha önce duymadığım sesler işitmeye başlamıştım. Siren sesleri, helikopter sesleri, yaklaşan gemi sirenleri… Anlam verememiştim, bir şekilde kafamı mekiğin kapısından dışarı çıkardığım anda üzerimden son sürat bir savaş uçağının geçtiğini hissettim. Sesi arkadan geliyordu. Önümde ise bana doğru gelmekte olan devasa üç savaş gemisi, iki helikopter, sayısız hücumbot vardı. İşte şimdi sıçmıştım…