Dünyada kaç tane şirket var? Peki şirketlerin iyi ya da kötü olması neye göre belirleniyor? Başarılı olmanın kriteri hep aynı mı? Her sektörün temel direkleri benzer mi?
İş hayatında başarılı olmanın altın kuralları gibi kitap ve yazılara internette ve kitapçılarda rastlamak mümkün. Herkes kendi tecrübeleri doğrultusunda birşeyler yazmakta elbette serbest. Bu boşluğu görüp ben de birkaç kelam edeceğim.
Öncelikle çalışma çevremizin ana direği olan insan üzerine eğilelim. Biraz daha spesifik gidersek Türk insanını değerlendirelim. Malum etrafta en çok ondan görüyoruz. Hoş Katar’da Türk’ten çok Hintli ve Filipinli (Büyük harf yaptım ki ayıp olmasın) görüyorum ama konumuzun bununla alakası yok. Türk insanını diğer halklardan ayıran birkaç temel nokta var. Yurtdışında yaşayınca bunları daha iyi görüyorsunuz. Vallaha billaha pratik insanlarız biz. Köşeyi kolay yoldan dönme konusunda belki vukuatlarımız oluyordur ama pratik ve hızlı çözüm üretme konusunda dünyada rakibimiz yok. Birçok şirketimiz de bu noktada başarılı politikalar ve seri aksiyonlar ile rakiplerini geçtiğini biliyoruz. Yöneticilerini pratik kişilerden seçen firmaların başarıya uzanma ihtimali mutlaka yükseliyordur. Elimde bilimsel veri olmadığı için “sanki”, “bence”, “mümkün”, “gibi”, “di mi ya?”, “çak bir beşlik” gibi tepkiler vereceğim. Lütfen tarayıcınızın ayarları ile oynamayın.
Pratiklikteki başarımız benim de bulunduğum inşaat sektöründe Türkiye’de yapılan işlerde bizi başarıya ulaştırıyor burası doğru. Ama gelin görün ki uluslararası rekabetin Mortal Kombat seviyesinde olduğu Katar, Dubai vb. yerlerde farkımız pek bir anlam ifade etmiyor çünkü bizim pratikliğimizin işlemediği ingiliz sistemi buralarda hegamonya kurmuş durumda. Herşeyin kağıt kürek tabir edilen statüde ilerliyor oluşu biz Türkleri çıldırtmakla kalmayıp, uluslarası firmaların tarihlerinde görmedikleri çakallıkları bizden görmeleri ile sonuçlanmakta. Bu bölgelerde en basit bir malzeme onayı bile haftalar alıyorsa, senin pratikliğin ancak evde yumurta kırarken etkili oluveriyor.
Türk firmaları bu değişime ayak uyduramadıkları için de ancak doğuştan düzen sahibi olan ya da içinde bulunduğu ortama göre bukalemun gibi şekilden şekile giren firmalar başarılı oluyor.
Ayrıca bizim şirketlerin yönetimlerinin son derece eski kafalı davranışları, yenilğe açık olmaktansa kendi bildiklerini devam ettirme çabaları çöküşün çanları gibi algılanabilir. “ben yaptım oldu”, “benden daha mı iyi bileceksin?”, “ne dediysem onu yap, soru sorma!” yaklaşımları hem çalışanları demoralize eder hem de şirket birlikteliğini bozar. Bizim şirketlerimizde o kadar çok olan bir durum ki bu, manavda da, süpermarkette de, kilimci Ali’de de, kontörcü Veli’de de durum böyle.
İnşaat sektörünün Google ya da Apple gibi ofis kurmasını kimse beklemiyor. İnşaat sektörü fiziksel gücün, beyin gücü ile en çok harmanlandığı sektörlerden birisi. (Başka ne var?) Mavi yaka gücünü kullanırken beyaz yaka kafasını kullanır ve sonuçta hem güçlü hem zeki bir ürün ortaya çıkar. Bu açıdan herkesi yaratıcılığa teşvik edemezsiniz. Ustabaşı “bu beton böyle değil de şöyle dökülse ne olur acaba?” dese sonuçlar bir felaket olurdu. İzin vermemek daha doğru. Ama kafasını kullanan kesimin biraz daha serbest bırakılması lazım. Yönlendirmek, göstermek elbette olmalı ama kafasını kullanması için kırbaçlanması döner dolaşır pratiklik fışkıran ülkemin güzide firmasını vurur. Sen sen ol, ne kendini abart ne de çalışanlarını ez. Türk firmalarının kurtuluşu eski düşüncelerden çıkıp teknolojiyle barışık, yaratıcı mühendis ekibinin yönlendirdiği ve yönettiği projeleri bitirmesidir. Demedi demeyin, Türk inşaat sektörünün geleceği de tam buradadır.
Vestel’in fabrikasını gezdiğimiz National Geographic belgeselini izlemenizi tavsiye ederim. Vestel’i sevin ya da sevmeyin ama bu belgeselle gurur duyacağınıza eminim.
Hay bin baykuş! Bu yazıda baykuşun işi ne???