Güneşe ulaşabilmek için elini uzatmıştı. Parmaklarını açıp kapatıyor ama güneşi elinde hissedemiyordu. Demekki ulaşabileceğinden uzaktaydı. “Bir de zıplarsam belki ulaşırım” diye düşündü. Zıpladı elbette. I ıh, yine yetişememişti. Umutsuzca etrafına baktı. Yemyeşil arazide, kırmızı, sarı ve beyaz çiçeklerin arasında, sadece kendisi vardı. Bir de güneş elbette.
Güneşe bakamıyordu da. Baktıkça gözleri yanıyordu. “Demekki güneş utangaç, kendisine bakılmasını istemiyor” diye düşündü. Çiçeklere baktı, onlar kendilerine bakılmasını seviyordu. Bakıldıkça daha renkli daha güzel kokuyorlardı. Sevgiye muhtaçtılar. Güneş ise yalnızlığa alışmıştı. Bir görevi vardı ve büyük bir titizlilikle onu yapıyordu. Güneş ve çiçeğin birbirlerine çok uyduğunu düşündü. Birlikte çok mutlu olabilirlerdi. Gidip bir çiçeği koparık güneşe hediye etmeyi düşündü. Sonra vazgeçti, belki çiçek bunu istemeyecekti. Toprağa bağlı yaşamından, çevresindeki diğer çiçeklerden memnundu belki de. “Aralarına girmeyeyim en iyisi” diye düşündü.
Kafası karışmıştı. Güneşin ışığı o kadar güzeldi ki, neden bu kadar uzaktaydı, neden herkesten kendini saklıyordu?
Biraz daha dayanabilse, biraz daha bekleyebilse güneşin uykuya yatmaya yakın kendisine bakılmasına izin verdiğini görecekti. Biraz daha beklerse de tüm çiçeklerin ona dönnerek, hafif bir rüzgarla salına salına güneşe hoşçakal dediğini dahi görebilirdi. Kimbilir belki de bekler ve görürdü…