Kafam fazla dolu. Boşaltmam lazım ama nasıl boşaltacağımı bilmiyorum. Bir bilene sormaya karar verdim ve direksiyonumu oto yıkamaya doğru çevirdim. Pire gibi çalışan Nepalliler arabamı yıkarken son model bir cip geldi. İçinden de orta yaşlarda güzel bir kadın çıktı. Bu sırada ben de kafamı boşaltıyorum elbette. Benim arabam da hızlıcana yıkanırken hayatı sorgulamaya da devam ediyorum. Ben niye buradayım? Yaşama amacım ne? Dünya dışı yaşam var mı? Hırvatistan’ı yenebilecek miyiz? Yarına bir ton iş var, napacağım? Hayatımdan mutlu muyum? Araba hala yıkanıyor tabi. Bu arada kadın tanıdık birine rast geldi ve arabası yıkanırken onunla konuşmaya daldı. Adamda Avrupalı tipi vardı. Neyse ben kafamı boşaltmaya çalışmaya devam edeyim.
Geçen gece uykumdan uyanarak, baş ucumdaki not defterime birşeyler karalamışım. Geceleri baş ucumda mutlaka bir not defteri tutarım. Geceleri ilham mı gelir ilhan mı gelir hiç belli olmaz. Yazdığım şey şu; Ordunun görevi ülkeyi iç ve dış sorunlara karşı korumaktır. Büyüklüğü olası dış atağa ve olası halk ayaklanmalarına karşı koyabilecek kadar olmalıdır. Cümledeki hataları pas geçip konuyu irdeleyelim;
Neden böyle bir not almış olabilirim? Büyük olasılıkla o sırada Libya’yı düşündüm sonra Türkiye’yi düşündüm. Libya’nın ordusunun nüfusu ile orantısız derecede küçük olduğu rivayet edilirdi. Kaddafi’nin egosunun bir eseri işte. “Bana kimse karşı koyamaz” diye düşünüyordu. Hikayenin devamı belli. Ordunun gücü belki dışarıdan saldırıları caydırdı ama halk ayaklanmasını önleyemedi. Türkiye’de ordunun bireysel gücünü hepimiz biliyoruz. Yunanistan ile kardak krizi çıktığında gazetelerde iki ülkenin orduları bir tabloda karşılaştırılmış, olası savaştaki üstünlüklerimiz anlatılmıştı. Asker sayımız çok, hamdolsun helikopterimiz de var. Var var herşey var ama PKK’yı bitiremiyoruz işte. Oradaki durum ABD’nin Vietnam Savaşı gibi, Irak Savaşı gibi. Savaşan terörist doğayı çok iyi biliyorsa işiniz zor. Top tüfek asker füze vız geliyor. Sıkıntı burada. Türk ordusunun büyüklüğü tartışılmıyor zaten. Sıkıntı savaş koşullarının dezavantajlı oluşu. 80 öncesi mültecileri engellemek için yaylaya konulmuş karakolda sorun.
Yüksek lisans tezimi hocalarım bildiri yapmış, KTÜ’de ( Karadeniz Teknik Üniversitesi) yapılacak Kıyı Mühendisliği Sempozyumu’nda sunumu yapılacak. Sunumu yapmam için İnşaat Mühendisleri Odası bana yazı göndermiş. Canım canım çok şekerler. Sempozyum programına baktım adımı görünce gözlerim yaşardı. Aylarca hatta yıllarca beni uğraştıran biricim yüksek lisans tezim bildiri olarak sunulacak. Şu an ağlıyorum biliyor musunuz?
Lisans eğitimimi İnşaat Mühendisliği üzerine yaptım. Yüksek lisansım da küvetteki ördeklerle oynamayı çok sevdiğim için Kıyı ve Liman Mühendisliği’dir. Türkiye’de KYM (Kıyı ve Liman Mühendisliği) pek geçerli bir meslek değil. Ancak akademik anlamda bir değeri var. Ama dünyada çok geçerli bir meslek. Şu an Katar’da İnşaat Mühendisliği üzerine çalışıyorum. Hoş tam İnşaat Mühendisliği de denilmez. Daha çok Constraction Management yapıyorum. Biraz işletme biraz insan ilişkileri birazcık mühendislik. İleride KYM üzerine gider miyim? Hiç belli olmaz. Şirketi o yöne kaydırma hayallerim yok değil. Bir diğer hedefim de restoran ve/veya otel işletmeciliği. Olur mu olur, hayat bu.
Sosyal ağ kullanmayı bilmek lazım. Facebook’u her gittiği, gördüğü, yaşadığı şeyi elaleme anlatma şeysi olarak kullanmamak, Twitter’ı her attığı adımı millete nispet aleti olarak kullanmamak gerekiyor. Twitter kısa öz espri ya da açıklama için ideal, Facebook bildiğin BBG evi zaten. Karşıyım Facebook’a napalım. Bir BBG vardı di mi ya? Edi vardı, Eray vardı, vardı başka birileri daha da hatırlamıyorum şimdi. Taksiciydi bunlar. Ne günlerdi vay be. Olsa da izlesem şimdi. Mobil uygulamasını yaparlar cepten bile izleriz.
iPad alabilirim her an. Tutuyorum kendimi. Git o saati al iPad alacağına diyorum kendime. Saat güzeldi ama. Swatch’un güzel bir modeli. Fotosunu bulabilirsem koyarım bu yazıda bir yere. 550 riyal dedi adam. Yaklaşık 250tl yapar. Bir saate verilebilecek bir para bence. Valla güzel saatti. Katar’da Dockers yok bu arada. Belki mutsuzluk sebebim odur. Acil pantalona ihtiyacım var. Bir de gömleğe, bir de ayakkabıya bir de… neyse…
Yazmayı seviyorum. Kendimi en iyi yazarak anlatabildiğimi düşünüyorum. He ya bedelli çıksa ne güzel olur, konudan konuya atladım ama. Ne de olsa kişisel blog burası o kadarcık olur. Yaş sınırına takılmayayım, bir de güzelce parasını uygun olsun gidip yapıp geleyim ne güzel olur. Dövizli bekleyene kadar ohooo. Yazmak diyordum konuma geri döneyim. Yazarak içimi döküyorum ve rahatlıyorum. Mesela bugün sıkıntılı bir gündü benim için. Keyifsizdim hiçbirşey yapasım yoktu. Verimli geçiremedim günü. Şimdi biraz yaza yaza açıldım sanki kendimi daha bir relax (come on! Oh yeah!) hissediyorum.
Yurtdışında yaşamak kolay birşey değil ama her birey bunu yaşamalı. Apayrı bir deneyim. Hele ben olayın biraz suyunu çıkardım ve bilmediğim bir ülkede tek başıma yaşayıp çalışıyorum. İnsan alıştıra alıştıra başlar di mi? Yok ya nerede? Kabuk kıracağız diye kafamı kıracağım bu gidişle.