Teknoloji ilerledikçe birbirimize yakınlaştığımızı, farklılıklarımızı ortaya koyabildiğimizi sanıyoruz. Bu tamamen doğru sayılmaz. Günler geçtikçe daha çok işimizi bilgisayar başında yapar olduk. Pixar şaheseri Wall-E’de olduğu gibi yerimizden kalkmadan doğup, büyüyük öldüğümüz günler bugün dünden daha yakın görünüyor.
Haydi klasik bir güne merhaba diyelim; sabah cep telefonumuzun alarmı ile uyanıyoruz. Alarmı susturup kombimizin ısıttığı su ile yıkanıyoruz. Elektrikli saç kurutma makinemiz ile saçımızı kurutup, tost makinemiz ve su ısıtıcımızın yardımları ile kahvaltımızı edip dışarı çıkıyoruz. Triptopnik vitesli, yol tarif eden otturgaçlı göttürgeçlerle işe/okula gidiyoruz. Asansör ile varacağımız yere vardıktan sonra, bilgisayarımızı açıp e-postaları okumaya başlıyoruz. Birkaç telefon konuşması yapıyoruz ve telefonumuzdaki takvime bakıp günün programına bakıyoruz.
Gördüğünüz gibi teknoloji artık hayatımızın bir parçası. Farkında olmadan teknolojiyi hayatımızın bir parçası olarak görmüş, onu benimsemiş ve yaşamımıza sokmuşuz. Hayır ben asansöre binmeyeceğim deyip 10 kat çıkmayı hiç düşündünüz mü? Arabaya hiç gerek yok 2 saat erken çıkar yürüyerek giderim işe dediniz mi hiç? Bilgisayara gerek yok, söylemem gerekenleri gider yüzlerine söylerim insanların der misiniz? Bunları düşünmek bile ne kadar saçma geliyor değil mi?
Teknolojiyi severim, kullanmasını da, onu hayatıma dahil etmesini de severim. Yalnız teknoloji ile birlikte yok olmaya başlayan ve gittikçe kötüleşen bir husus sinirlerimi bozuyor; el yazısı… Klavye veya cep telefonu kullanımının artması ile kimse kağıt kalem kullanmaz oldu. Bu durum kullanılmayan vasfın işlevini kaybetmesi ile sonuçlandığı için yazılarımız gittikçe çirkinleşiyor, okunmaz hale geliyor. Kendinize bir test yapın ve kendi yazınızı kontrol edin. En son ne zaman elinize bir kalem alıp uzunn bir yazı yazdığınızı düşünün…düşünün…düşünün…