Amsterdam tam bir "kanallar şehri"
Amsterdam tam bir "kanallar şehri"
Amsterdam tam bir “kanallar şehri”.

Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da gezdiklerimizi ve gördüklerimizi anlatmadan önce seyahate nasıl başladığımızı buradan, tatilimizin ilk ayağı olan Paris’te yaşadıklarımızı da şuradan okuyabilirsiniz.

Amsterdam’a Varış ve İlk İzlenimler

Amsterdam’a Thalys’in Paris’teki Gare du Nord tren istasyonundan kalkan hızlı treni ile gittik. Trende ücretsiz kablosuz ağ ve öğlen yemeği vardı. Ne ile karşılaşacağımızı bilemediğimiz için gara gelmeden önce birşeyler atıştırmıştık. Trende verilen yemekleri bu yüzden yiyemedik. Denemiş olmak için biraz ucundan aldık, çok beğenmedik ve “Trene binmeden önce yemek yiyerek doğru bir karar vermişiz” dedik. Trenin koltukları oldukça rahat ve temizdi. Paris’ten kalkan tren sırasıyla Brüksel ve Rotterdam’a uğrayıp, son durak olarak Amsterdam Centraal Station’a varacaktı. Bu güzargahı takip edip yaklaşık iki buçuk saatlik bir yolculuk sonucu Amsterdam’a ulaşmış olacaktık. Trende giderken Fransa’nın, Belçika’nın ve Hollanda’nın köylerini, yemyeşil arazilerini, tarlalarını, muntazam kasabalarını tren penceresinden izlemek büyük bir keyifti. Hollanda’nın tarımda neden bu kadar ileri olduğunu sıra sıra dizilmiş seralardan ve uçsuz bucaksız ovalarından anlayabilmiştik. Verimliliğin had safhada olduğunu görebilmek için tarımla uğraşmaya gerek yoktu.

Amsterdam Centraal İstasyonuna vardığımızda otelimizin tren istasyonuna olan yakınlığının bilinciyle otele kadar yürümeye karar verdik. İlk dikkatimizi çeken şey bisikletlerdi. Bir değil, beş değil, yüzlerce ve hatta binlerce bisiklet. Kaldırımda bisiklet, yolda bisiklet, park etmiş bisiklet, bisiklet de bisiklet… Bir ara Hollandalı’ların bisiklet ile şizofreni seviyesinde bir saplantısı olabileceğini düşündüm. Arkadaş, bir şehirde tüm ulaşım bisiklete göre düzenlenebilir mi? Valla yapmış adamlar. Arabalar, tramvaylar ve otobüsler tamamen ikinci sınıf taşıma aracı. Amsterdam özel olarak ayrılmış bisiklet yollarına sahip. Gündelik yaşamın çok doğal bir parçası bisiklete binmek. Takım elbiseli bankacı da, fırıncı ustası da, öğrenci de ulaşım için bisiklet kullanıyor bu şehirde.

I Amsterdam City Card Almazsanız Üzülürsünüz

Paris’ten çok farklı bir atmosfere sahip Amsterdam. Şehir kanallar üzerine inşaa edilmiş ve kanalların ayırdğı iki yaka birbirine çok benzeyen köprüler ile bağlanmış. Bu durum hemen her kanalın benzer özellikler barındırmasına neden olmuş. Her yürüyüşümüzde “Bu sokaktan daha önce geçmiştik” hissine kapıldık. Büyük ihtimalle geçmemiştik ama birbirlerine çok benzedikleri için karıştırıyorduk. Kanallardaki turistik tekneler ile bir saatlik kanal turunu Amsterdam tarihini ve yerleşimini anlamanız için ilk yapacağınız aktiviteler arasına yazmanızı öneriyorum. 

Hazır tekne turu demişken şehirle ilgili detaylara daha fazla girmeden faydalı bulacağınızı düşündüğüm bir hususu hızlıca aktarmak istiyorum size. O da, I amsterdam city card. Bahsettiğim bu tekne turunu I amsterdam city card alırsanız bedavaya getirebilirsiniz. I amsterdam city card’ın  turistler için vazgeçilmez olmasını sağlayan başka özellikleri de var.  Hemen hemen tüm müzelere ücretsiz giriş hakkı (bazılarında indirim yapıyor) veren kart, tramvaya da sınırsız binme şansı tanıyor. Belirli lokanta, bar ve cafe’lerde de indirimler sağlıyor. 24 saatlik, 48 saatlik ve 72 saatlik seçenekleri var.  Amsterdam Centraal Station’ın tam karşısındaki turist bilgi merkezinden kartınızı alabilirsiniz. Amsterdam geziniz boyunca çok faydasını göreceksiniz, demedi demeyin.

Amsterdam’da Konaklama ve Yeme-İçme

Biz otel olarak merkezde bulunan, tam önünde tramvay durağı olan INK Hotel‘i seçtik. Dört günlük konaklamamız boyunca bu oteli seçtiğimiz için duacı olduk. Burası bir butik otel ama gayet profesyonel bir şekilde yönetiliyor. Odamız talebim doğrultusunda caddeye bakan camlara sahipti. Gayet geniş tasarlanmış, modern mobilyalar ile donatılmış konforlu bir odaydı. Paris’teki kutudan bozma odamızdan sonra ilaç gibi geldi diyebilirim. Amsterdam’da konaklayacak yer arayanlara bu oteli öneriyorum.

Ne yalan söyleyim; Paris’in albenisini ve Paris’in tadını bir türlü bulamadım bu kanallar şehrinde. “Keşke Paris’ten önce buraya gelseydik sonra Paris’e geçseydik” deyip durduk.

Çok acı birşey söyleyeceğim size: Amsterdam’ın bir yemek kültürü yok. Valla yok, billa yok. Ya bir italyan lokantasına gidip pizza makarna yiyeceksiniz, ya da bir steakhouse’a gidip et yiyeceksiniz. Patates kızartması satan bir sürü yer de mevcut. Bu durum benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Kahvaltı anlayışları da omlet ve türevleri, pancake ve türevleri şeklindeydi. Bu durumda bizim hayatımızı kurtaran Simit Sarayı oldu. Amsterdam’da bizim Taksim Meydanı ile denkleştirebileceğimiz Dam Meydanı’nın hemen yanı başında iki adet şubesi vardı. Doha’da bulamadığımız simitler, börekler ve poğaçaları indirdik bir güzel mideye. Hatta abarttık iki gün kahvaltıyı burada yaptık. O derece başarılı bulduk. Başka yerlerdeki denemelerimiz hep hayal kırıklığı olduğu için Amsterdam yemek konusunda bizim açımızdan kesinlikle sınıfta kaldı diyebilirim.

Nereyi Gezmeli, Ne Görmeli?

Biz müze tercihlerimizi Van Gogh Müzesi, Stedelijk Modern Sanat Müzesi, Lale Müzesi, Rembrandt’ın Müze Evi ve Peynir Müzesi olarak kullandık. Ülkenin en ünlü müzesi Rijksmuseum’u Paris’teki Louvre ziyaretimiz sonrası gereksiz gördük ve pas geçtik. Van Gogh Müzesi kesinlikle gitmeniz gereken bir müze. Hem ünlü ressamın hayatını, içinde bulunduğu ruhsal sıkıntıları, kulağını nasıl kestiğini ve nasıl öldüğünü öğreniyor ve resim sanatının detaylarına ucundan girmiş oluyorsunuz. Başarılıydı. Modern sanat müzesi Stedelijk’i beğenmedik. Lale müzesi küçük, Rembrandt hoş, peynir müzesi de anlamsızdı. Eh Paris sonrası Amsterdam’da müzelerde memnun kalmayı umanda kabahat…

Dam Meydanı’nın etrafında uğrayabileceğiniz iki adet atraksiyon var. Birisi Madame Tussauds Müzesi, bir diğeri de Ripley’s Believe It or Not! sergisi. Madame Tussauds’u Bangkok’ta gördüğümüz için pas geçtik ve Ripley’s Believe It or Not! gözümüze ilginç geldi, girdik. Son derece keyifli bir ortam yaratmışlar. Beş katlı yapıda dünyanın farklı yerlerinden toplanmış nesneler (mesela son bilmem kaç olimpiyatta kullanılmış gerçek olimpiyat meşaleleri sergileniyordu) hikayeleri ile birlikte çok eğlenceli bir şekilde sunulmuş. Herhalde Amsterdam’da en keyif aldığımız şeylerden birisi burası oldu.

Amsterdam ve Özgürlük

Gelelim Amsterdam’ın ünlü eğlence hayatına. Amsterdam’da su satılan markette bile ot satılıyor. Hani kafayı güzel yapanlar var ya, hah işte onlardan! Coffee Shop isimli dükkanlar bu iş için özel olarak açılmış. Otlu kekler, şekerler, çikolatalar, sigaralar yapmış adamlar. Ağzım açık kaldı. Hiç ilgimi çekmediği ve özenmediğim için pas geçtim ama gencinden yaşlısına insanların bu ürünlere gösterdiği ilgi beni hayret için de bıraktı. Bir japon turist grubu dükkanın önünde fotoğraf çektiriyordu mesela. Şaka gibi…

Bir de Red Light District olayı var Amsterdam’ın. Açık genelev diyesim geliyor affınıza sığınarak. Amsterdam’da evler kaldırımlar ile içiçe olduğu ve yer darlığından hiçbirinin ön bahçesi olmadığı için açık camlardan evlerin içinde olan herşeyi görebiliyorsunuz. Kadınların iç çamaşırları ile bu sokağa açılan büyük camlarda dans ettiğini ve bunun 500m uzunluğunda bir caddenin her iki tarafında olduğunu hayal edin. Ve hatta, ekmek almak için girdiğiniz fırının yanındaki dükkanın camına gözünüz takılınca “gel gel” yapan hanım ablaları gördüğünüzü düşünün. Fırından ekmek alacakken bir sokak arasında bu manzara ile karşılaşabilirsiniz, bilginize. Hani olur da “Ben bir bakkaldan ekmek alıp geliyorum” deyip, gecikenler olursa diye söylüyorum… Bakın dükkanların şu şekilde sıralandığı sokaklar var Amsterdam’da: Fırın-Seks Shop-Pizzacı-Market-Coffee Shop (üstte bahsettiğimden)-Hostel-Genelev. Görmedik dememek için Red Light District’e ucundan gittik, camların önünde dans eden kızların önünde fotoğraf çektiren japonlara bir kez daha hayret edip olay mahallinden kaçtık. Elbette bunun da alıcısı var ama biz olmadığımız için hiç cezbetmedi bizi.

Amsterdam parkları insanı sükunete davet ediyor.
Amsterdam parkları insanı sükunete davet ediyor.

Amsterdam aşırı özgür bir şehir. Bu kadar karışık bir düzenin olduğu yerde ne bir polis memuru ne de bir asker vardı. Herkes işinde gücünde. Herşeyin özgür olmasının getirdiği bir tatminden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. İnsanların kimseyi tehdit olarak görmediği gibi bir algı oluştu bende bu şehirde. Hoş bu kadar sınırsız özgürlük tartışılabilir elbette. Kim, neyi, neye göre özgür kılıyor düşünmek lazım. Demokrasi de insanların kendilerini belirli kurallar içerisinde özgür hissetmesinin sağlandığı bir çeşit kölelik olarak agılanabilir mi? Neyse, tatile geri dönelim.

Dört günlük tatilimizin son gününde havalimanına gitmek için tekrar Amsterdam Centraal İstasyonu’na yürüdük. Havalimanına gitmenin en mantıklı yolunun bu olduğunu otelden öğrenmiştik. Taksiler aşırı pahalıymış. Birer bilet alıp havalimanına giden trene bindik ve ardından sorunsuz bir şekilde Doha’ya döndük.

Bu güzel tatile de bu şekilde nokta koymuş olduk. Umarım okurken keyif almışsınızdır. Bir sonraki tatil yazımda görüşmek üzere efem… Tabi önce bir tatile çıkmam lazım yazabilmek için…

2 YORUMLAR

    • Merhaba, açıkçası ayrı ayrı değerlendirmedik ama çok basit şu hesapları yapabilirim: 3 gece 4 gün otel için 750 dolar yazıyorum. Paris’ten Amsterdam’a trene iki kişi için 250 dolar verdik. Tek yön iki kişilik Amsterdam-Doha uçak bileti için 750 dolar diyelim. Her gün Amsterdam’da yedik, içtik, gezdik ve hediyelik eşyalar aldık ona da şişik bir 750 dolar desek, toplamda 2000-2500 dolar gibi bir masraf çıkmış diyebilirim çok düz bir hesapla. Sanırım bir daha gidecek olursam bu kadar para vermem Amsterdam için. :)

Bir Cevap Yazın